Eğitim İş Sendikasının desteği ile Sabih Kanadoğlu ve Onur Öymen’in konuşmacı olarak katıldığı, Hükümetin Dış Politikaları ve Anayasa Tartışmaları konulu panel düzenlendi. Ankara’da bir otelin (Kent Otel) salonunda 3 Ocak 2016 günü düzenlenen panele geniş ve seçkin bir dinleyici topluluğu katıldı.
Ülkemizde, iktidar yüzünden hukuk ve adaletin oldukça bozulduğu, dış politikamızın sarsıldığı, ülkemizin yalnızlaştırıldığı şu günlerde ve yıllarda; özellikle seçkin hukukçularımızdan Sabih Kanadoğlu ile Emekli Büyükelçi ve eski CHP Milletvekili Onur Öymen’in bu konular üzerinde konuşmaları izleyenlerce büyük bir ilgi ile izlendi.
Bu iki seçkin konuşmacının çok önemli konulara değinen konuşmalarının salonun dört duvar arasında kalmaması için bu konuşmaları yazıya dökerek okuyucularımıza sunuyoruz. Ancak her iki konuşmacının konuşmalarının metni çok uzun olacağı için okuyucumuzu sıkmamak için iki bölüm halinde vermeyi gerekli gördük. İkinci bölümde de, tecrübeli dış politika uzmanı Onur Öymen’in, iktidarın dış politikamızdaki yanlışlık ve çarpıklıklarını açıkladığı konuşmasını vereceğiz.
Sabih Kanadoğlu konuşmasında, anayasa yapmak için partiler tarafından oluşturulan komisyonun hukuki olmadığını, başbakanlık ve anayasa yapma girişimi ile AKP-RTE iktidarının açıkça halkı aldatmaya çalıştığını, aşağıdaki net açıklamalarıyla anlatmakta; bu aldatmacaya partilerin ve halkın alet olmamalarını ve buna karşı mücadele vermelerini öğütlemekte.
Bu birinci bölümde Hukuk ve Adalet, başkanlık istemi üzerinde ilk konuşmayı yapan Emekli C. Başsavcısı Sabih Kanadoğlu şunları söyledi:
ANAYASA YAPMAK İÇİN KURULAN KOMİSYONUN HUKUKSUZLUĞU
“-Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, şimdi gündemden epeyceden beri düşen ancak son günlerde sonuç alma amacına yaklaşmış bir eylemi dile tekrar dile getirmek bizim görevimiz olacaktır. Şimdi anayasa dediğimizde şuna bakmamız lazım. Nerdeyse 229 yıl önce ilk yazılı anayasa Amerika’da Anayasa 1787 de yazıldığı zaman amaç iktidarı belirli şekilde sınırlandırmak. O sınırlandırmanın yanında ortaya çıkacak olan devlet yapısının birbirini kontrol edebileceği bir denge ve kontrol durumunun kurulması temel hak ve özgürlüklerin sağlanması ve devletin bu şekilde kurulması iktidarın kısıtlanması ve özgürlükler üzerine hazırlanmış bir anayasa.
Zaten şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bir anayasa çağdaş ve uygar olma iddiasındaysa zaten bu temel ilkeleri kendisine bir öncü olarak görme durumundadır. O halde bu ihtiyacın karşılığı olmalıdır, ya halk hem iktidara karşı kısıtlanan hem idare eden karşısında kendi hak ve özgürlüklerinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Hem de organlar birbirlerini kontrol ve dengeyi alacak şekilde devamlı olarak kontrol edeceklerdir. Anayasalar böyle olur. Çünkü anayasa her şeyden önce bir kurucu iradeyi gerektirir. Kurucu irade milli irade demek değildir. Çünkü şimdi milli irade dedikleri sadece halkın belirli bir süre için ki bu Türkiye’de dört yıl, ülkeyi idare edecek olan yönetecek olan siyasi partiler arasında tercihini kullanmasında ibarettir. Bu dört yıl için geçerli bir milli iradeden söz eder. Saygı gösterilmeli midir, elbette ki saygı gösterilmesi mevzubahis. Ama bu milli irade gerçekte o devletin temelini atan biraz önce saydığım nitelikleri itibariyle bir kuruluş biçiminde ortaya çıkacak olan o omurganın sadece dört yıl için seçim ya da siyasi partilere verilen bir hak değildir. Bu kurucu mecliste ancak görüşülecek kabul edilecek ve toplum sözleşmesi haline gelebilecek bir ürün. Devlet biçimi çıkarma eylemi işlevidir. Bunun için bunu sadece ve sadece kurucu meclisten kanundan yararlanılır.
Zaten dikkat edersek eğer bir yeni anayasa yapmak ihtiyacı varsa o zaman bu kurucu iktidarın ki kurucu iktidar dediğimiz aynı zamanda kurucu meclistir kurucu iradedir, onun ortaya koymuş olduğu bu kesin uyulması gereken sadık alınması gereken usulleri de uyulmasını beraberinde getirir. Bu iki şekilde olabilir. Birincisi elbette ki, bir anayasa daha önceki kurucu meclis tarafından kabul edilen ve halkın da ona verdiği o anayasa kendisinden sonra gelecek tarih iktidarlara yani ikincil iktidarlara seçimle gelecek olanlara A dan Z ye yeniden bir anayasa yapma yetkisi veriliyor ise zaten sorun yoktur. Ki bu gün baktığımızda İspanya’da vardır, İsviçre’de vardır, Almanya’da vardır ki Almanya’da hüküm olmasına rağmen şimdiye kadar Amerikan işgalinin altında bir Almanya’da yapılmış bir anayasayı “bizi çok rahatsız ediyor yeniden baştan bir anayasa yapalım” iddiasını ve talebini ortaya çıkarmamıştır. Eğer böyle bir yetki varsa, o zaman kendisinden sonra gelen tali iktidarlar o anayasayı A dan Z ye dâhil yapma yetkisine sahip oldular.
Eğer bunu vermemişse o zaman acaba kabul edilmiş ve halk oylanmasından geçerek anayasa başlaşmış bir anayasa metnini sonradan gelen tali iktidarlar değiştirebilirler. Sorunun temel noktası da budur.
Şimdi şöyle baktığımızda ne görürüz? Bir kere her şeyden önce anayasa belirli şekilde üç değişmez maddeyi eğer bir iki üç diye en önde madde olarak ortaya koyarsa bunun değiştirilmesi ve değiştirilmesinin teklif edilmezliği bir orda yazılı ise o takdirde bu ikinci iktidarla A dan Z ye yeniden anayasa yapma olanağı yoktur. A ben yaptım oldu biçiminde eğer ele alınacaksa, bu iş o zaman meşruiyet sorunu gündeme gelir. Çünkü bütün anayasanın oluşturduğu organlar, kurumlar, kuruluşlar veya kişiler bütün meşruiyetlerini bu anayasadan alırlar. Oluşan yasama organı da meşruiyetini bu anayasadan alır; bu yürütme de aynı yerden alır; yargı da aynı yerden alır; kişiler olarak da, Cumhurbaşkanı seçilen zat da meşruiyetini bu anayasadan alır.
O halde böyle bir olay varsa ve birden bire “seçim kazandım o halde anayasayı değiştirmek istiyoruz, bu bizim hakkımızdır” sözü ne anayasa hukukuna uyar, ne Türkiye’nin kurulmuş anayasal sistemine uyar, ne de meşruiyet sınırını bir tarafa bırakabilir. O zaman meşruiyet sınırı içine giriyor isek, bu eyer bir kurucu meclis gibi benzeri hatta onu anımsatan organ halindeki dört yıl için seçilmiş bir meclisin o benzer gibi gibi sözlerin arkasında böyle bir anayasa yapma hakkı yoktur.
YENİ ANAYASA NASIL OLABİLİR
Peki, bu nasıl olur, nasıl olabilir, çünkü bu Allahın sözü değil, doğru. Peki, bu ilânihaye sonsuza kadar aynı anayasa biçiminde mi kalacaktır. O zaman belirli bir şeyi ki o zaten halktır, millettir. Soruyu doğrudan doğruya bilene sormaktan başka çare de yoktur. Çünkü belirli ders kitapların bakarsanız sonradan bu görüşlerini değiştirmiş olmalarına rağmen bu değişikliği ortaya koymadan tersini söyleyen bilim adamlarımız var. Kendi kitaplarında, “ancak bir savaş, ancak ekonomik bir büyük kriz, devleti çökerten ekonomik kriz ayrışma, bölüşme ve onun yanında çıkacak olan bir iç savaş bir yeni anayasa için mümkün olabilir mi?” Bunu diyenler, bazıları deyim, çok rahat aynı şekilde kurucu meclis benzeri bir meclis belirli bir şekilde yeni anayasa yapmaya yetkilidir diyebiliyor. Bu baştan sona yanlış bir görüştür.
Peki, bunun çaresinedir, vardır tabiatıyla; hukukun ve anayasasının içinde kalma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk şunu getirir. Halka soruulacaksa bu gün mevcut anayasayla bu soruyu sorabilir miyim? Hayır, bu anayasa düzenleme karşısında mümkün değildir. Neden değildir? Çünkü anayasanın 175. Maddesi, halka sorma yani halk oylaması veya referandum diyelim, bir şartla mümkün olduğunu ortaya koyuyor, yani eğer bir anayasa değişikliği yaparsanız bu anayasa değişikliği halk oylamasına gider, bunun dışında gitmez. O halde anayasa değişikliğini zaten yapabilirsiniz. Size bu olanağı zaten bu anayasa da veriyor. Peki, veriyor ise ne yapmamız lazım. Bir kere her şeyden önce, anayasanın 175. Maddesini değiştirerek, böyle bir sorunu halka götürülmesi olanağını aşmamız lazımdır. Biraz önce hep meşruiyetten bahsettim. Meşruiyet bu anayasanın sınırları içinde kalmak zorunadır. Bunun çareleri hukuksal olmak ve anayasa dışına çıkmamak kaydıyla nasıl mümkün olabilir onu anlatmağa çalışıyorum. O zaman halka sorarsınız; A dan Z ye yeni bir anayasa yapılmasını istiyor musunuz, tek soru; bundan cevabı alırsınız, bu cevabı olumlu olarak alırsanız, “evet” cevabını alırsanız, o takdirde ikinci bölüme geçersiniz. Yani bir kurucu meclis seçimi yapılır. Kurucu meclis elbette ki seçim barajını tanımayan, taşımayan en düşünceyi temsil edileceğini uygun çok küçük bir baraj veyahut da hiçbir baraj olmayan biçimde kurucu meclis için bir seçim yapılır. Bu kurucu meclis gelir ve bu kurucu meclis yeni bir anayasayı yapar. Bu yeni anayasa yapıldıktan sonra işte o zaman o hazırlanan anayasa halka götürülür, halk ona “evet” diyorsa artık yeni bir anayasa yapmış olabilirsiniz.
Ancak ne olursa olsun, halka doğru dürüst anlatmak kaydıyla yani gizli amaçların açığa çıkarıldığı bir seçim dönemi geçirmek kaydıyla, yani daha açıkçası T.C. laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir ve “ben laiklik ilkesini kaldırmak istiyorum, ey halkım sen bunu istiyor musun? Açık soru budur. Veyahut demokratik değil her şeyin bana bağlı olduğu bir sistem istiyorum, bunu açıkça halka soracaksınız. “Sosyal devlet sizin anladığınız gibi değil, benim anladığım gibidir”. Yani oy almak için kömür dağıtmak gibi, eşya dağıtmak gibi oyları ben böyle almak istiyorum” diyorsanız veya ben hukuk devleti istemiyorum, hukuk devleti yerine sadece bana bağlı olan ve benim her istediğimi yerine getiren bir yargı istiyorum”, diye halka soruyorsanız, bu iktidara düşen görevdir. Ama muhalefete düşen başka bir görev vardır, sana söylemeseler dahi senden istenen budur. “Senden laik olmayan, demokratik olmayan, yargısı bağımsız olmayan bir devlet şekli sunuluyor, ey halkım uyan” diyeceksin. Bu şartlar içerisinde eğer halk ben eğer “evet ben bunların hepsine razıyım, ben Atatürk’ün kurmuş olduğu çağdaş, uygar, laik hiçbir cumhuriyet değil de, tıpkı Ortadoğu’da örneklerini gördüğümüz bir devlet istiyorum” diyorsa, o zaman başına geleni çekeceksin, bunun çaresi yok zaten.
ANAYASADA NE DE İÇTÜZÜKTE MECLİSTE A DAN Z YE YENİ BİR ANAYASA YAPMAK İÇİN KOMİSYON KURMA İZNİ YOKTUR
Gelelim bunun için şu anda yapılmak istenen eyleme; meclis uzlaştırma komisyonu oluşturuldu, meclis ulaştırma komisyonu gerçekte anayasada ve iç tüzükte yazılı olmayan, yani biraz önce söyledim ya, anayasanın 6. Maddesi çok açık bir şekilde, hiç kimsenin veya organların kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamayacağını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor.
O halde ne anayasada ne de içtüzükte Mecliste A dan Z ye yeni bir anayasa yapmak için komisyon kurma izni yoktur. Bu şekilde kurulacak bir komisyonun Anayasal meşruiyeti yoktur. O halde anayasal meşruiyeti olmayan daha önceden isterseniz 12 Eylül 2010 Halk oylamasında olsun, isterseniz ondan sonra devam eden olaylara baktığımızda bunun bir aldatmaca olduğunu çok açık net bir şekilde görüyorsunuz. Neden olmaz, çünkü Anayasa değiştirilemez o üç maddenin teklif dahi edilemeyeceğini ileri sürerek ve bu anayasa da yürürlükteyken herkesin uyması sadık kalması gerektiği metinde kendisini yok etmek için bir komisyon kurulmasını zaten kabul etmez.
O halde siz nasıl olur da anayasanın bu amir emredici, uyulması gerekli hükmünü yandan dolanarak kurduğun bir komisyonla ben bunu güreşeceğim diyemezsiniz. Ama ne olur, siyasi partiler eğer bu konuda bir görüşme yapacaklarsa kendi aralarında yapabilirler, ama “Meclis Komisyonu adını vererek halka sanki kurulması mümkün olabilecek bir komisyonda o konu konuşulacak intibaını veremez.
Şimdi bu komisyon eğer, istenen çok açık net bir şekilde ortaya koyuluyor ise, o zaman meşruiyetini anayasana ve içtüzükten almayan bir komisyonda bulunmanın anlamını anlatmaya çalışacağım. Şimdi şöyle ele alalım, yeni bir anayasa yapılması A dan Z ye açık bir şekilde bize halka anlatılıyor mu? Ne isteniyor, A dan Z ye Anayasa isteyerek, aldatmaca birtakım sözler var; nedir o, “darbe anayasasından kurtulmak” gibi gayet insana hoş gelen kandırıcı aldatıcı bir söz. Peki nedir bu darbe anayasası? Doğrudur, darbenin doğurduğu bir sonuçtur. Anayasa da böyle yapılmıştır, bunda hiç tereddüdümüz yok. Ancak insanın elini vicdanına koyması lazım; o tarihte yani 1982, o tarihte çıkan anayasayla bu gün elimizdeki anayasa arasında ne kadar bir fark vardır? Düşünebiliyor muyuz ki, 18 defa değişmiş, 112 maddesi değişikliğe uğramış böyle bir anayasa; bence, bizi ilgilendiren siyasi iradenin halka yaklaşması lazım. “Ben bu anayasa değişikliğini şunun için istiyorum, biraz önce baştan söyledim. Neden darbe anayasası? Peki, sen bu isteminde samimi misin? Çünkü anayasanın kabulünden önce o konsey tarafından kabul edilmiş, darbe yasaları eğer yürürlükteyse, o senin işine geliyorsa ve sen bunu değiştirmeyip “darbe anayasası” diye onu değiştirmeğe kalkıyorsan, sen her şeyden önce samimi değilsin. Bırakın samimi olmayı senin ciddi de değilsin. Çünkü şu anayasayı 30 defa yeniden çağdaş ve uygar bir hale getirmek isteseniz, bu gün anayasanın 30. Maddesinde yazılı basın özgürlüğüne ekleyecek bir sözümüz yoktur. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri baskı altında, ekleyeceğiniz çağdaş ve uygar anayasalarda mevcut olan hiçbir hüküm “hayır burada yoktur” diyemezsiniz.
Peki, ne var, bu anayasanın uygulanmasını bir tarafa bırakan o darbe döneminin yasaları vardır. Bu yasaları kaldırmak için her hangi bir muhalefet partisine de ihtiyacın yok. Sen samimi olsan zaten her şeyden önce, bu yasaları anayasaya uygun hale getirirsin. O halde bu samimiyet konusunda samimi değilsin, örneğin. Devamı var, öyle bir irade ortaya koyuyorsun ki, öyle ifade ediyorsun ki, diyorsun ki, “artık yönetim şekli değişmiştir”, değişmediği halde; bu değişmiş şeklin anayasal hale gelmesini siz yapacaksınız, yani sen anayasaya uymayacaksın, anayasa sana uydurulacak. Senin talebinin anlamı budur. Sen diyeceksin ki, “yasama ve yargı benim ayak bağımdır”, eğer sen yasamayı ve yargıyı ayak bağı olarak istiyor ve görüyorsan, sen yeni anayasadan ne istediğini niye açıklamıyorsun? Yargı bağımsızlığı dediğimizde sen anayasanın darbe anayasasının yapılan değişikliklerinden daha kötü hale getirildiğini bütün halk görürken o zaman yargı bağımsızlığı olmadan sen nasıl bir anayasa istiyorsun. O halde samimiyeti halkımız sorgulamasını yapmalıdır. Bu sorgulamayı yapmayı sağlayacak olan da siyasi partilerdir. Siyasi partiler belirli bir şekilde olayı nereye gittiğini görmelidirler. Meşruiyetini almamış bir uzlaşma Meclis uzlaşma komisyonuna katılarak, aslında siyasi iktidarın iki argümanı var, birisi aldatmadır; diğeri aldanmaktır. Aldatmak ve aldanma bir istikrarla bütünlenmiştir. Bu istikrar halkı doğrudan dürüstlükten ayıran bir haslet haline gelmiştir.
O halde yani bir anayasa için bir uzlaşma komisyonu Mecliste kurarak, altı aylık bir süre tanıyarak, bunun sonucunu bekleyerek eğer 330 u bulursam halk oylamasına giderim; 330 u bulamazsam erken seçim yaparım” düşüncesinin saplandığı bir düşünce tarzıdır ve bu görülüyor. Eğer 330 u bulmazsam, onu düzeltme ihtiyacı duyuldu sonra, çünkü Mecliste kabul edilmesinin de dışında doğrudan halka gidelim teklifi dolaşmağa başladı ortada. Yani belirli şekilde 330 bile aramadan halka gidebiliriz düşüncesini evvela halka yerleştirmek istediler. Sonra baktılar ki bu olacak bir iş değil ve siyasi partilerin en zayıf olduğu noktada, şöyle bakarsanız üç siyasi partiye, bu üç muhalif siyasi partinin içinde bulundukları ortamın gerçekte bir erken seçimde 330 un üstünde bir çoğunlukla iktidara gelmenin yolunu açacak biçimde görülüyor. O halde şunu sormamız lazım, ama o soruyu belirli şekilde ne istendiğini ve başkanlık rejiminin ne olduğunu söyledikten sonra geçeyim. Bunun önüne geçmek için çare nedir, ben düşüncemi söyleyeceğim, ne olması gerektiğini.
BAŞKANLIK İSTEMİ NEDEN
Şimdi bir başkanlık isteği bu günün işi değildi. Bu siyasi iktidarlar, başbakanlık yetkilerini kaybeden daha üst makama çıkmakla beraber ülkeyi yönetme arzusunun depreştiği birtakım lider de görüldü. Turgut Özal da istedi bunu, Süleyman Bey de istedi. Fakat bir arzu olarak ortaya atıldı yoksa Turgut Özal’ın “anayasayı bir defa ihlal etmekle bir şey olmaz” sözünü bir tarafa bırakacak olursak ikisine de anayasada böyle yazıyor, ben tersini yapıyorum” diye eylemlere girişeni olmadı. Ama bu arzu bir yerde gerdi ve şimdi üzerinde durduğumuz, konuştuğumuz ve Türkiye’yi değişik bir yere getireceğinden korktuğumuz başkanlık rejimi olayına geldi. Tabi bu başkanlık rejiminin tek parlak örneği Amerika’da görüldü, doğrudur; hem yapısı müsaittir, çünkü adına bakarsanız ABD dir. Zaten bir konfederasyon kurarım, İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı açan da 13 ayrı bağımsız, gerçekte devlettir.
Bunların yapısı itibariyle ve elbette ki İngiltere’den geldikleri için özellikle önlerinde iki örnek vardı. Birincisi İngiltere’de gördüğümüz parlamenter sistem; diğeri de bizim kendimizin bulacağı ve İngiltere’ye değil de, Amerika’nın ortamına, zeminine, zamanına uygun bir hükümet biçimi. Gerçekte buldukları başarılı oldu, eleştirinin birçok noktası olmakla beraber. Tabi seçim sistemindeki eksiklik denebilir, senatonun hortumu denebilir, çünkü bilmem 30 milyonluk bir, ona ister eyalet deyin ister devlet deyin, ister federal devlet deyin eşit oya sahip olduğu için milyonluk başka bir eyaletle eşit hale getirilmesi gibi. Ama biraz önce söylediğim denge ve kontrol getirilmiş olması olayı orada hükümet edeceklerin birbirlerine sıkı bir şekilde kontrol edebilecekleri, birbirine fren olabilecekleri bir sistem yarattı. Ama o başarılı olabilmesi için üç net şart lazımdı.
Bunlardan birincisi kuvvetler ayrılığı ilkesi. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin en sert ve katı biçimi bu gün Amerika’daki olaydır. Onun yanında önemli olan yargı bağımsızlığıdır. Yargı bağımsızlığı olmadan gerçekte elbette ki öyle bir sistemin yürüyebilmesi, işleyebilmesi mümkün değildir. Çünkü asıl kontrolü yapacak olan yargıdır; yargı yoksa o zaman bu işin rengi değişmektedir.
Sen bunu eğer kuramamışsan, üçüncü şıkka gelelim; siyasi partilerin sert bir disiplin içinde olmamalıdır. Bunu sağlayan biraz da seçim sistemidir. O halde eğer, demokratik bir ülke olmak istiyorsak, bu parlamenter rejimde de anacak geçerli olan ilkelerdir. Yani kuvvetler ayrılığı aynen başkanlık sisteminde olduğu gibi parlamenter rejimde de geçerlidir. Parti disiplini parlamenter sistemde kendini daha çok gösterir. Doğrudur, çünkü seçim sistemi de bunu gerektirebilecek bir olaydır. E tabi yargı bağımsızlığı devam eder, demokratik bir ülkede zaten vazgeçilmez bir koşuldur. Bunlar olmadan zaten demokratik olma şansınız yoktur”.
İSTENEN NEDİR? NEDEN BAŞKANLIK SİSTEMİ İSTENİYOR
“Buna tabi yine o söylediğim hap haline getirme arzusu buna güzel bir takım sıfatlar takıyor. “Türk tipi”, “yerli”, “milli” bunlar güzel sözler, aldatıcı sözler, Türk tipti deyince neyi arzu ediyorsunuz? Olay şu, şimdi düşünelim, parlamenter sistemde de kuvvetler ayrılığı var. Kuvvetler ayrılığında da herhangi bir şekilde siyasi iktidarı elde eden seçimde kazanan bir genel başkanı bu sistemde de yasamayı başından sonuna kadar kimlerin seçileceği, aday kimlerin gösterileceği, hangi sırada olacağını tayin, tespit edemez. O halde birinci şart, parti içi demokrasidir. Parti içi demokrasi yoksa zaten o ülkede demokrasiyi oluşturma şansınız yoktur.
Bunun dışında ne yapılabilir? İstediğin nedir? Çünkü yürütme zaten sende, yasama senin elinde ne istiyorsan zaten iki türlü çıkıyor, hem yasama olarak hem de kanun hükmündeki kararnameler biçiminde. O da senin elinde olan bir olaydır. Ne kaldı yargı kaldı. Yargıyı zaten 12 Eylülde oluşturduğun hapı yutturarak halka kabul ettirdin ve ortaya çıkan hem HSYK nu, onun yarattığı Yargıtay ve Danıştay ve Anayasa Mahkemesi. Şimdi böyle bir surumda senin istediğin nedir? Çünkü sen de farkındasın ki ortada parlamenter rejim de yoktur. Bu rejim de senin denetimin altında, demokrasinin olmadığı bir ülke haline gelmiştir. O halde senin istediğin çok net anlaşılıyor ki, bütün bu uzun sürelere gerek yok, istediğin derhal yerine gelmelidir. İki, bu güne kadar dışına çıktığın “anayasayı ihlal etme ortadan kaldırılıp anayasal sınırlar içerisinde tarif edilsin ve ben bu sorumluluktan çıkayım” düşüncesindesin.
Türkiye şöyle bir soruyla karşı karşıyadır, soru da şu: “Ey halkım sen hür, özgür bir yurttaş olarak mı hayatına devam edeceksin, yoksa bir kişinin sana emrettiklerine uyan bir kul mu olacaksın” İşte bu sorunun cevabı burada yatıyor. Bu sorunun sorulacağını, bu sorunun mutlaka halka anlatılması gerektiği için şunu çok açık ve net bir şekilde söylüyorum. Bu meclis uzlaşma komisyonuna katılmak baştan sona büyük bir hatadır. Oynanmak istenen bir oyunun parçası haline gelmek demektir. O halde vakit geçmeden, çünkü bu komisyona da tıpkı bundan öncesinde olduğu gibi bir altı aylık ömür biçiliyor. Bu altı aylık ömür şunu açık bir şekilde ortaya koyuyor; istediği zamanda o komisyonun bozulması için gerekli olan ortam siyasi iktidar tarafından yaratılacaktır. Yaratıldığı zaman ortaya çıkacak iki ihtimal vardır, yani varsayım olarak söylüyorum, birincisi bu süre içerisinde 330 tamamlamaktır. İkincisi muhalefetin en hafif olduğu, zayıfladığı noktada bir erken seçime gitmektir.
O halde yapılacak iş bence, halka biz bunu anlatabilmek için tıpkı öbürünün yaptığı gibi, aldatma ve aldanma olayına girmeden, düşündüğünü, gördüğü tehlikeyi açık ve net bir şekilde halka söylemekten geçer. Şu biraz önce sorduğumu halka anlatırsanız, halkın “hayır” çağdaş olmayan, uygar olmayan önümdeki örneklere bakarak “kul olmak istiyorum” demez zaten.
Eğer deme durumuna geliyorsa halk, kusur halkla değildir sendedir, sen anlatamıyorsun demektir. O zaman anlatacaklara bırakacaksın o işi. (Salondan alkışlar) Çünkü hiç kimseye sonra orada verilmiş bir yetki değil, bu bir temsil yetkisidir. Bu temsil yetkisine layık olmak gerekir. O halde siyasi partilerin önlerine çıkarılmış olan bir dayatmaya karşı aynı netlik içerisinde karşı koymak gerekir. Nedir bu karşı koymak? “Hayır, ben böyle bir anayasa değişikliğiyle bir sultanın altında kalmak istemiyorum. O halde bu mücadeleyi ben yapacağım, bu komisyon beni aldatmak için, halkı aldatmak için yapılmış bir iştir. Ben onun dışındayım, bana inanan sivil toplum örgütleri, sendikalar, genç kadınlarımız, erkeklerimiz ve çocuklarımız, gençlerimiz hepsi arkasından gitmeye hazırdır. Ama bunun için evvela güven vereceksiniz, inanç vereceksiniz, umut vereceksiniz, heyecan vereceksiniz, şevk vereceksiniz. Yoksa konulmuş olan bu oyunların bir oyuncu haline gelmek, sizi hem tarihe karşı, hem millete karşı sorumlu kılacaktır”. Ayakta alkışlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
0 yorum