Bunu boşuna söylememişti Barthes, yazar ve okuyucu çatışmasında okuyucu tarafında olduğunu göstermek için söylemişti.
Diyordu ki özetle: “Okuyucu, okuduğu eserlerden istediği anlamı çıkarabilir. Yazar, bu konuda hiçbir şekilde okuyucuyu disipline edemez, okuyucu tamamen özgürdür.”
Barthes’ın bu teorisi tuttu, günümüz edebiyatına bakın. Artık yazar yok, sadece kitap kapaklarında varlar. Okuyucu; eskisi gibi yazarları önemsemiyor, yazarın anlattıklarını okuyor ve kendince yorumluyor, o kadar. O yüzden artık çoğu yazarı tanımıyoruz, kitapçılarda güncelden yüzlerce kitap görüp birçoğunun yazarını bu yüzden tanımıyoruz çünkü yazarlar da öldüklerini kabul ettiler. Okuyucuların gözünde eski değerlerinin olmadığını, onlar için sadece anlatılanların önemli olduğunu biliyorlar.
İşte anlattığım bu düzen, postmodern edebiyatın bir özelliği olarak çıkıyor karşımıza ama yazarın ölmesi ilginç bir olay değil mi?
Şimdi dönüp bakıyorum da Türkiye’mize ne kadar da acılarla, kötülüklerle, ötekileştiriciliklerle, çıkarcılıklarla, şiddetlerle, gözyaşlarıyla dolu bir ülkeyiz. Bunun sorumlusu seçmen olarak biz miyiz? Biz, politikalarına inandığımız partilere seçimlerde gittik, oyumuzu verdik. Dedik ki "ülkemizi, bizim adımıza kararlar alarak yönetin."
Peki, ne oldu? Seçimlerden bu yana güzel ve yalnız ülkemize dönüp de bir bakın neler oldu? Sahi, biz ne zaman bu kadar çirkinleştik?
“Ankara, Ankara, seni görmek ister her bahtı kara” diye şarkılar söyleyen yıllardan hızlıca geçip bahtı karaların erkenden yaşama veda ettikleri bir başkenti olan ülkeye geldik. Bombalar patlıyor, bombalar kalbimizi delik deşik ediyor. Eskiden bir terör örgütü sayarken şimdi hangi terör örgütü yaptı bunu diye merak ediyoruz çünkü o kadar çok düşmanımız var ki artık.
Peki, bunun sorumlusu kim? Niye sormuyoruz arkadaşlar bu soruyu?
Oldum olası bürokratik sözlerden haz etmemişimdir. Bombalar patlıyor, aileler parçalanıyor, hayatlar kararıyor. İşte en son da İstanbul’da patlayan canlı bomba... Çözüm: Ya kınıyoruz ya lanetliyoruz. Pratik nerede ey siyasetçiler? Uygulamalarınız nerede?
Eğer derdimize çare olacaksa kınamayı, lanetlemeyi yapalım. Eğer derdimize çare olacaksa Güven Park önünde ya da Taksim Meydanı’nda aralıksız bir şekilde haftalarca avaz avaz bağırarak teröre lanetler okuyacağım.
Ama siz de biliyorsunuz hatta siyasetçiler de biliyor bunu, bürokratik söylemlerin çözüm getirmeyeceğini. Halk, artık konuşmanızı dinlemek istemiyor. Halk, sorunları çözdüğünüzü görmek istiyor. Halk, "teröre alıştırılmış bir ülke olmayacağız" diye isyan ediyor. Sizin son derece bayağılaşmış sözcüklerinizi dinlemiyoruz artık. Hatta biz, sizlerin isimlerinizi bile bilmek istemiyoruz. Nasıl ki Roland Barthes, yazarı öldürdüyse biz de bundan sonra siyasetçileri öldürdük kabul edin.
Bizim için siyasetçilerin isimleri önemli değil, sorunlara çözüm bulsunlar, halk için çalışsınlar yeter. Siyasetin bir retorik olması gerilerde kalmalı. Siyaset kendisini yeniden düzenlemeli. Klasik, alışılagelmiş siyasetin çözüm üretmediği ortada. Öyleyse edebiyata uyarlayalım siyasetimizi, en azından adamakıllı bir iş yapmış oluruz.
Postmodern edebiyatın sözünü ettiğim özelliklerine benzer bir siyasete geçelim. Siyasetçilerin önemli olmadığı, erdemin, ahlâkın, gururun olduğu, başarısızlıklarda veya kötü gidişatta koltuk sevdasına kapılmadan istifa etiğinin eyleme geçtiği, seçmenlerin siyasetçilerin isimlerini bile bilmediği ama sadece onların yaptıkları icraatlara bakarak değerlendirdikleri, yeni bir siyasete, yeni bir ülkeye geçelim.
Biz, seçmen olarak varız. Siz, siyasetçiler olarak var mısınız?
Tayfun Talipoğlu/abcgazetesi
0 yorum