Hukukçular Anayasa Tuzağına Karşı Uyardı
Hem Atatürk’ü, Hem Türk Sözcüğünü Anayasadan Çıkarmak İstiyorlar.
Yeni Anayasa ve başkanlık isteminin tartışıldığı günümüzde, 12 Mart 2016 Cumartesi günü Cermoderm Sanatlar Merkezi’nde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Merkezi’nin girişim ve himayesinde Yeni Anayasa Tuzağı Paneli düzenlendi. ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın yönettiği panelde, TBMM Eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk,[1] Türk Hukuk Kurumu Başkanı Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Eski YÖK Başkanı ve anayasa hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in konuşmacı olarak katıldılar. İktidarın “Yeni Anayasa” adı altındaki, gizli “tuzağı”, başkanlık sisteminin hukuksuzluğu konularındaki konuşmaları, salonu dolduran ve birçoklarının ayakta izlediği, eski bakanların, emekli generallerin, milletvekillerinin katıldığı panel alkışlarla kesildi ve çok beğenildi.
İktidarın “yeni anayasa, başkanlık” istemini sürekli pompaladığı aldatmacalı günlerde halkımızın aydınlanması için çok yararlı olduğuna inandığımız bu değerli hukuk uzmanlarının konuşmalarını, sadece salondakilerle kalmayıp, internet okuyucularımızın da yararlanması için, bandan çözerek okuyucularımıza sunmayı bir görev bildik, umarız yararlı olur. Ancak, internetten okuma güçlüğü nedeni ile bu bölümde Hüsamettin Cindoruk’un konuşmasını veriyoruz; öbür konuşmacıların yazısını daha sonraki bölümlerde vereceğiz. Konuşmaları yazıya dökerken zorlandığımız için, hatalarımızın affını dileriz.
Paneli yöneten ADD Genel Başkanı Hukukçu Tansel Çölaşan, açılış konuşmasında şunları söyledi:
“- 2012 başarısını gördünüz, yine bu başarıyı bu toplum gösterecektir, yine bu anayasa tuzağı önlenecektir. Bu gün ülkemizin karşı karşıya olduğu anayasa veya yeni anayasa tuzağından sizlere bahsetmek istiyorum. Yine bir mücadele arifesindeyiz ve her seferinde de bu mücadelenin sonucunda başarıyoruz, yine de başaracağımıza inanıyoruz.
Bu gün, ülkemizin karşı karşıya kaldığı en yakın tehlike, bir anayasa tuzağıdır. Tuzak diyoruz, çünkü toplum bu tuzaklarla bir rejim değişikliğine sürükleniyor. 2011 Genel seçimlerinden beri siyasi zeminde anayasa tartışıyoruz. Daha doğrusu topluma tartışılıyor gibi algılatılıyor ve her akşam tartışıyormuş gibi yapan liberal aydınlarımız yeni “yetmez ama evet çilerimiz var ve ama dikkat edin konuyu evrensel içeriği, bilimsel verilerle tartışan var mı? Yok. Ya ne yapıyorlar? Sadece “yeni olsun, bizim olsun, vesayetlerden, darbeden kurtulalım” gibi içi boşaltılmış kavramlar kullanılarak toplumda yeni bir anayasa yapılmasının ihtiyaç olduğu algısı yaratılıyor, beyinler yıkanıyor, ardından amaç belli, rejim değişikliği. Toplum bu yolla rejim değişikliğine hazırlanıyor.
AMAÇ LAİK TC Nİ YIKMAK.
Dayatılan bu değişiklik sadece Meclis sisteminden başkanlık sistemine geçiş değil, gündeme getirilmiş şekliyle böyle algılarsak, yanlış olur, asıl amaç, 1921 ve 1924 kurucu anayasaları ve Cumhuriyet’i kuran kurucu iktidarın iradesinin değiştirilmesidir. Emperyalizme karşı verilen top yekûn halk mücadelesi sonunda kurulan Atatürk Cumhuriyetinin ve bu mücadelenin tabanındaki tarihsel, toplumsal, ideolojik birikimin sonucu olan Cumhuriyetin tüm niteliklerini, kurumlarını, kazanımlarını ortadan kaldırmak yerine “Türk tipi” dedikleri, Hilafet özlemli bir başkanlık düzeninde laik, demokratik düzenin yerine İslamcı bir yapıya bırakmak ve Türk vatandaşlığı tanımlı ulus devlet modeli terk edilerek, etnik temelde Osmanlı’nın eyalet sistemine benzer bir düzen kurmak, amaç. Kısaca Laik, demokratik bir hukuk devletini amaçlayan Cumhuriyet rejimini ortadan kaldırıp yerine tek adam diktatörlüğünde bir Orta Çağ yaratmak ve ülkeyi bölmektir amaç.
Anayasa tartışmalarıyla varılmak istenen nihai hedef budur, halkımız budur. Bu aynı zamanda yüz yıllık bir emperyalist tuzaktır. Biz ADD olarak tam bu noktada topluma ülkemizde algı yönetimi ile sanal bir ortam yaratarak yürütülen bu anayasa tartışmaların bir tuzak ve asıl hedefin de Cumhuriyeti yıkmak olduğunu gerçek bilgilerle, bütün çıplaklığıyla anlatmayı ve halkı kendi geleceği için mücadele etmesini sağlamayı amaçlamaktayız.
Hatırlayın 2011 Anayasa referandumunda “yetmez ama evet”çilerin yoğun desteğiyle toplumda yeni bir demokrasi algısı yaratıldı, bunun sonunda ne çıktı, yargı siyasallaştı, iktidara bağlandı ve bu günlere gelmemizin asıl sebebi Türkiye’de bağımsız bir yargının olmadığını bu gün biliyoruz, bu bir algı operasyonu idi.
TOPLUM ALDATILDI ŞİMDİ DE ANAYASA TUZAĞI İLE ALDATMAK İSTİYORLAR
Yine Ergenekon, Balyoz gibi davalarla, o zaman o davalar topluma hükümete karşı darbe teşebbüsü var, darbecileri yargılıyoruz” diye aldatıldı. Bu gün ne oldu, “kumpas”, birileri orduya, aydınlarına kumpas yapmış, ileriye dönük özlediği Türkiye getirebilmek için önündeki engelleri kaldırmak için. Şimdi kumpasçılardan biri diğerini suçluyor, inanmayın, o da bir tür algı yaratma çabası denebilir, suçu unutturma çabasıdır. Aslında algı yönetimi emperyal güçlerin 21. Yüzyıl projesidir. Hatırlayın Orta Doğuya Arap Baharını getireceklerdi, sınırların yeniden çizileceği olayı saklandı, bu gün Ortadoğu kan gölünde. Yine aslında Türkiye’de bu proje içinde dönüştürüldüğünü hepimiz biliyoruz. Bize 2011 de 2012 de “barış gelsin, çözüm gelsin analar ağlamasın” dedikleri o “açılım süreci” işte Türkiye’nin etnik temelde bölünmesi projesiydi bu gün hala gündemde sürüyor ve Türkiye kaosu bunun için yaşıyor. Örnekleri çoğaltabilirdim. Uğur Mumcu’nun deyimiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak için biz ADD olarak bu algıyı yıkmak, tuzakları etkisiz kılmak ve Türkiye’yi yeniden Cumhuriyetle buluşturmak istiyoruz”.
Biz bun toplantıyı, halkımızı algı yönetimlerinden kurtarmak, halka algılatılan yalanların gerçeklerini göstermek için düzenledik.
TBMM Başkanı Husamettin Cindoruk’un konuşması:
“-Başkanın verdiği talimatlar doğrultusunda bazı konularda açıklamalarda bulunacağım. Kendi hayat hikâyemi takip ediyorum. 1960 a doğru sizi götürüp oradan bu güne getirmek istiyorum. 27 Mayıs 1960 İhtilalından sonra sanık avukatı olmak durumuyla karşı karşılaştım. O zaman siyasi tarih profesörü çok değerli hocam Coşkun Şok’a gittim. Bana kitap isimleri verdi git bunları oku dedi. Milli Eğitim Bakanlığı yayınevinde, o zaman klasik dediğimiz kitaplar yayınlanırdı; önüme bir on cilt Fransız İhtilalı kitabı attı satıcı. Sonra bir iki cilt, onları görünce durdum, Coşkun Hoca’nın ne demek istediğini anladım ve o Fransız İhtilalini anlatan klasik olmuş kitapları tercüme eden rahmetli Sırrı Nail Ölkü de buradan saygıyla anıyorum.
“ŞİMDİKİ KADAR AĞIR BİR KRİZİ YAŞAMADIM, GÖRMEDİM”
O kitapları okuduğum zaman gördüm ki, önümüzde zor bir süreç var. “İhtilali Kebir” dediğimiz Büyük Fransız İhtilainin ilk dönemleri ve o ihtilalin başarıya ulaşması sıkıntıları ve bu günkü Fransa’yı çok iyi anlamak ve düşünmek zorunda kaldım. Dediğim gibi de oldu, o günden bu güne Türkiye büyük bir bunalımdan büyük bir anayasa krizine gidiyor ve zaman içerisinde şunu gördüm, yok anayasa, yap anayasa, bütün kusurları anayasaya yükleyen bir siyasi beceriksizlik Türkiye’yi zor günlere doğru götürdü.
Ama şimdiki kadar ağır bir krizi yaşamadım, görmedim. Bu bir kriz değil, bu bir savaş provalarıdır. Bu günkü iktidara anayasa yoluyla tüm Türkiye Cumhuriyetine saldırıyor, Cumhuriyet rejimini değiştirmek istiyor. Attıkları anayasa değişikliği değil, anayasanın değişikliğinin ötesinde başkanlık sistemiyle Bonapartizmi getirmek istiyorlar.
Büyük Atatürk Napolyon için şöyle diyor: Celal Bayar ona diyor ki, Napolyon’un da anayasası var onu da okuyalım, sene 1923, “bırak o zatı” diyor. “Milletinin inkılâbına ihanet etmiş adam”; onu niye söylüyor, Fransız İhtilalinden imparator çıkaran Bonapart’ı Atatürk “vatan haini” ilan ediyor, doğru söylüyor. Atatürk’ün hem 21 hem 24 Anayasaları parlamentoya dayanan, yüce Meclis’e dayanan anayasalar. Onu yücelten büyüten anayasalar. Tabi burada çok büyük bir stad var Sayın Erdoğan daha güzelinin anlatacak ama ben bir çarpı koyup söylüyır geçiyorum. 1921 anayasasını yapmadan evvel biz sadece Erzurum ve Sivas Kongrelerini hatırlıyoruz, devrim tarihi kitaplarımızda, ama Türkiye’nin her yerinde 30 kongre yapan bir millet var, Kuvaayi Milliye var, ona rahmetli Bülent Tanör “kongreler iktidarı” der. Adım adım Kars’tan Denizli’ye İzmir’e kadar Edirne’ye her yerde vatan toprağında bir nefes alma yeri varsa, büyüklerimiz, dedelerimiz, ağabeylerimiz oralarda toplandılar ve Kuvaayyi Milliye ruhunu ortaya koydular.
TBMM halkın meclisi, halkın kurduğu bir parlamento, halk adım adım, kişi kişi ve bu kişilerin içerisinde her düşüncede, her ırktan, her dinden insanlar var, büyük bir halk hareketi sonunda TC 23 Nisan 1920 de Ankara’da kuruluyor, ben Cumhuriyetin kuruluşunu her zaman 23 Nisan 1920 de bellemişimdir. 23 Nisan’da kurulan o güzelim cumhuriyetin 29 Ekim’de adı konmuştur. Şimdi bunu niçin söylüyorum. Yüce Meclis Kuvvaayi Milliyeden gelen o büyük kudret, sadece bu kongreleri mi yaptı? Hayır, bir savaş yönetti, savaş yürüten bir meclisimiz var. Kayseri’ye gitmeyi ret eden bir meclisimiz var. Atatürk’ü, İnönü’yü sıgaya çeken savaş meydanlarında başarıyı tartışan bir meclisimiz var. Adım adım, tuğla tuğla, imbik imbik devletimizi ören büyük bir meclisimiz var. Bu meclise dayalı bir otorite olarak, Cumhuriyeti o günden bu güne kadar getirdik.
Dikkat ediniz, Atatürk, Bonapartizmini, Napolyonu Bonapartizme kaçmakla suçluyor, kendisi tekliflere rağmen tek adamlığı ret ediyor. Ardından 24 Anayasası geliyor. 24 Anayasası rahmetli Mümtaz Soysal’ın söylediği gibi, belki kısa 105 maddelik bir anayasa ama içinde tutarlı bir anayasa. Belki şimdi İnsan Haklarına ilişkin o belgi, belgeler, nağmeler, şartlar olmadan evvel, elinden geldiğince insan hak ve özgürlükleri düzen bir anayasa. O anayasaya dayalı yine ne var? Büyük Millet Meclisi var ve orda kuvvetler ayrılığı var. Atatürk var, şimdi Atatürk, İnönü için olmadık çirkin sözleri söyleyenlere şunu hatırlatmak istiyorum, peki vatandaş olarak şunu soralım, “onlar tek adamlığa doğru hiçbir hukuk tedbiri almadıkları halde, bu gün laleddai bir kişi çıkıp belirli cumhurbaşkanlığı otoritesi haline getirmiyor mu? (Alkışlar) peki, Atatürk’ün İnönü’nün izin vermediği, istemediği biz ona niye verelim? Onun ne özelliği var, onun ne kudreti var, onun bize verebileceği ne var?
TÜRKİYE AFRİKA SİSTEMİNE DOĞRU KAYIYOR.
Şimdi, dikkat ediyorum, son günlerde, polemik (dalaşma) yapmak istemiyorum ama, tabi biraz da kaşınıyorlar. Şimdi öylesine bir başkanlık sistemi ortaya konmuş ki, Sayın Teziç onları anlatacak da ondan biraz rol çalayım, bir Afrika sistemine doğru kayıyor Türkiye, ona Teziç “Afrikacı başkanlar” diyor. İşi gücü Afrika’da dolaşıyor. Afrika’dan Türkiye’ye ne gelir? Avrupa’da kaybettiğimizi, Batı Dünyasında kaybettiğimizi, Orta Doğu’da kaybettiğimizi Afrika’da mı arayacağız; Kıbrıs’ta kaybettiğimizi, Suriye’de kaybettiğimizi orada mı kazanacağız. Peki, ortada şahsi bir talep, şahsi istek var. Bunu da bir hak edişi olarak düşünüyorsa, ben o zaman kıdemli bir vatandaş olarak, 80 yaşında bir vatandaş olarak diyorum ki, sen bu kıdemi hak etmiyorsun, sana bu hakkı vermeyeceğiz, vermeyeceğiz, vermeyeceğiz (Alkışlar).
Şimdi açıkçası TBMM inin bütün ihtişamı ortada dururken, size bir kanıt daha vermek istiyorum. TBMM binası 935 lerde projelenmiştir, Atatürk döneminde; o projede ne var biliyor musunuz, bir millet meclisi salonu, bir senato salonu, üç tane de grup salonu. Büyük Atatürk meclis binasını yaparken, daha geniş bir Cumhuriyet düşünüyordu. Atatürk senato düşünüyor, Cumhuriyetin gelişmesini düşünüyor, demokrasinin de gelişmesini düşünüyor, ama neye dayanarak, parlamenterizme dayanarak ve Atatürk bunu yaparken TC nin o meclis binasına verecek çok da parası yok. Ama bu gün bir başbakanlık sarayına yapılan masrafı düşündüğünüz zaman o arada o aradaki iradeyi, azmi daha çok takdis ediyorsunuz. Cumhuriyet parlamento üzerine dayanıyor. Onu söylemek için bu misali size vermek istiyorum. Dedim ya şahsi hayatımdan örnek vermek istiyorum.
Yüksek Adalet Divanı parlamenterleri ve parlamento başkanlarını mahkûm etti. Doğru eğri siyasi irade içinde kaldı. Orda savunma yaptığım için taraf olabilirim. Ama bir şey var, bir Meclis başkanı iki başkan vekili 380 tane milletvekili Mecliste yaptıkları konuşmalarından ötürü mahkûm oldular. O iş geçtikten sonra, o iş görülürken hatta kurucu meclis yere parlamento üzerine dayalı bir anayasa yaptı, çok da güzel bir anayasa yaptı. Üstelik oraya bir de senato koydu. Demek ki 961 Anayasası da ki 36 sene yaşamıştır, 1923-24-21 tarihlerindeki Milli İradeyi millet kararı da takdis etti ve devam ettirdi. Biz böyle bir Cumhuriyetin evlatlarıyız. Bizi buraya toplayan güç o ve zaman zaman bu Meclis mağdur oldu, ama mağlup olmadı. Her zaman tekrar ve tekrar ayağa kalktı, tekrar parlamento TC nin yönetimini elinde tuttu.
Burada bir şey söylüyorlar, “darbe anayasası”, doğrudur. Öyle düşünürseniz 61 Anayasası da darbe anayasası; anayasanın içeriğine bakacaksınız. 961 Anayasasını anlattığımız zaman, elbet 74 senesindeki tadilatı da koymak lazımdır. Olabilir, bir Cumhuriyetin tarihinde çeşitli evreler olabilir, aradan yirmi yıl geçmiştir. Bu 82 Anayasası şahsen beni de mağdur eden anayasadır, dört ay tutuklu kaldığım bir anayasa. 79 sayılı bir tebliğ ile ikinci darbe yapılan bir dönemdir. Hepsini kabul ediyorum, ama bir başka şey söylemek istiyorum, bu anayasada elimizde ne kaldı. Şimdi ikide bir bunu söylüyorlar. Demin sayın başkan söyledi, o “evet hayır” referandumunun yetmezliğini vs yi, şimdi o anayasadan bakınız bir hesap yaptım, 113 madde değişmiş, 17 kez değişmiş, üç kez halk oylaması yapılmış ve o darbeyi yapan generaller de, idama mahkûm olmuşlar, idam olmadığı için ömür boyu hapse mahkûm olmuşlar. O anayasanın içeriğinden işlevinden ne kalmış, bir iskelet.
Şimdi darbe anayasası tadili altında yeni bir darbe yapan anayasaya ortaya koymağa çalışıyorlar. Bu darbe anayasasının değiştirilmesi gereken yerler var mı, evet oturur konuşuruz, yaparız. Ama bu anayasayı kaldırıp da başkanlık sistemine dayalı bir anayasa getirmenin akla, mantığa ve kendi tatbikatlarına da uygun tarafı yok. Şimdi ilk anayasa değişikliğinde 1986-87 yıllarında Doğru Yol Partisi genel başkanı idim. Yasaklar vardı, o yasakların kalkması için çalışıyorduk, mitingler veriyorduk, halk ara seçimlerde beni ve Erdal İnönü’yü milletvekili seçti. Kenan Evren’e gidip söyledik, dedik ki, “artık bu yasaklara gerek yok, biz bunu emanetlerine devretmek istiyoruz”, o zaman Kenan Evren’e söylediğim şu, ama Özal, “referandum istiyorum” dedi. Bir hakkın, bir siyasi hakkın teslimi için referandum, bunu bir sivil politikacı söylüyor, ben Sayın Demirel’e bunu söylediğim zaman, dedi ki, “koyduğu yasakları halka tasdik ettirmek istiyor, girelim bu tabloya”, beyefendi Özal’a gittim, bunun yanlış bir şey olduğunu söyledim. O da dedi ki, “halktan pasaport alsınlar”. Ne demekse ve o güzelim halk hem Özal’ın, hem Evren’in acı propagandasına rağmen o pasaportu verdi. Ama o pasaport da siyasetçilere verilmedi. Ne Ecevit’e verildi, ne Erbakan’a verildi, o pasaport yine parlamentoya verildi. Parlamento da o pasaportu aldı ve yaşıyor, yaşattık parlamentoyu. Sonra 91 de Meclis başkanı oldum, on siyasi parti, burada getirdim gösteriyorum, tutanakları. Tam küçüklü büyüklü on siyasi partiyi bir araya getirdim. Bunların içinde Erbakan da var, Erdal İnönü de var, rahmetli Ecevit de var. Hepsi bir aya geldiler ve tekrar biz 27 maddesini değiştirdik 72 Anayasasının. Bu görüşmelerin ilginç tutanakları var burada. Bu tutanakların içerisinde her partinin de, anayasa değişikliği için düşündüğü teklifler var. Açıyorum bakıyorum, acaba Erbakan başkanlık sistemi istemiş mi? Hayır tek satır yok. Bu gün aşağı yukarı, o ekolün söylediği şeyler var. Ama Meclise saygı var, demokrasimizin laikleştirilmesi var, inancı gibi yaşama hakkı var, laikliği zedeleyen bir talep var, o talebin dışında da, bu gün bu iktidarın, Erbakan’ın talebelerinin söylediği hiçbir şey yok.
DAHA ÖNCE HAZIRLATTIKLARI ANAYASADA BAŞKANLIK YOKTU
Yine başka bir şeye bakıyorum, Zafer Üskül’e hazırlattıkları anayasa değişikliğinde başkanlık sistemi yok. Hatta o sistemde, başka bir şey var, Üskul’un hazırladığı sistemde, Cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıyor, 2012 de ve azaltılan başka bir şey var, Devlet Denetleme Kurulu çıkarılıyor, genel sekreterlik çıkarılıyor. Ben bu çelişkiyi anlamakta zorluk çekiyorum. O tarihte de bu zat başbakan. Başbakanı ve genel başkanı olduğu döneminde hazırlattığı anayasada olmayan bir şeyi bu gün dayatıyor. Dayatmakla da kalmıyor, şimdi neler yapıyor? Türkiye’nin bu gün en büyük anayasa problemi o. Bir cumhurbaşkanı kural koyuyor, ne kuralı koyuyor? Anayasa kuralı koyuyor, anayasadaki tarafsızlık ilkesinin tek bir seçimle ortadan kalktığını söylüyor. Anayasayı yorumluyor, tikleri yorumluyor, muhtarları topluyor, muhtar konseyi haline getiriyor. Ne yapıyor, mitingler yapıyor, her gün bir başka yerde konuşuyor, iskemle bulursa iskemleye çıkıyor, kürsü bulursa kürsüye çıkıyor. Konuşuyor da konuşuyor. GEÇMİŞTE BİZ CUMHURBAŞKANLARI KONUŞSUN DİYE BEKLİYORDUK, ŞİMDİ DE BU SUSSUN DİYE BEKLİYORUz. (Salondan topluca gülüşmeler ve alkışlar). Özel hayatımızdan genel hayatımıza her hayatımızda o var. Ben her zaman cumhurbaşkanına saygı duymuş siyasetçiyim. Karşı durduğumuz, bizim karşımıza çıkıp dövüştüğümüz insanlar cumhurbaşkanı oldu hep saygı duydum. Bizim töremizde var, geleneğimizde var. Ben cumhurbaşkanına saygı duymak istiyorum. Ama bir koşulum var, cumhurbaşkanı da bana saygı duyacak. (Alkışlar)
ADALET BAKANININ “ANAYASA CİNAYETİ İŞLENMİŞTİR” SÖZÜ ESKİ, ARZUHALCİ SÖZÜ
Şimdi sözlerimin sonuna doğru gelirken çok üzüldüğüm, incindiğim bir hareketini burada ortaya koymak istiyorum. İki gazeteci değerli gazeteci arkadaşlarımız basın yoluyla bir yayın yaptılar. Bu yayınla ilgili hepimiz elimizden gelen gayreti gösterdik. Gittik, geldik o arkadaşlara destek olduk. Bir Anayasa Mahkemesi kararı ortaya çıktı. Bu kararın verilmesine dayanak olan yasa değişikliği bu iktidar döneminde oldu sayısal, siyasal her hakla yetkileri olan Anayasa Mahkememize kişisel başvuru hakkı verildi. Bu kişisel hak da Anayasa Mahkemesinde doğru kullanıldı, güzel gerekçelerle kullanıldı, takip ediyoruz. Hepimizin hukuk bilgisi incelemeye yetiyor. Ama baktınız ne oldu. Bu güne kadar, kendileri “aldatıldık aldatıldık” dedikleri bir olay var, bu alayın, mahkemeleri tarafından verilmiş bütün kararlar ortadan kaldırıldı. Bidayet mahkemesi suçlaması olmadan Anayasa Mahkemesi, sevgili generallerimizi, profesörlerimizi, rektörlerimizi tahliye etti. O güne kadar kimsenin sesi çıkmadı. O güne kadar Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru hakkının kötüye kullandığını söylemedi. Ama ne zaman ki Sayın Cumhurbaşkanının şahsi talebi ve şikâyeti ile açılmış bir davada Anayasa Mahkemesi ortaya bir karar koydu ve bu kararla da insan hak ve özgürlükleri ile ilgili bir girişim bir referandumu ortaya çıkardı. Ben şaşırdım, Sayın Cumhurbaşkanı neler söylüyor. O Adalet Bakanı var, adını tam telaffuz edemiyorum ama, (Salondan gülüşmeler, alkışlar) şimdi zaman zaman şaşırıyorum, ama insan zihninde umutmak istediklerini tasfiye ediyor, bilemiyorum, ama diyor ki, “bir anayasa cinayeti işlenmiştir” . Bu tabiri de ilk defa duyuyorum. Anayasa cinayeti, yani Anayasa Mahkemesi iki vatandaşımızın özgürlüğünü iade ettiği için ne şekilde anayasa cinayeti işlemiştir, bilemiyorum. Eskiden Sultanahmet Adliyesi varken orda arzuhalciler vardı, hukuk dilekçeleri yazarlardı. O arzuhalci aklıdır bu. Arzuhalci ancak böyle bir akla sahip olabilir. (Alkışlar) Ama gel gör ki, bu sefer de Cumhurbaşkanı diyor ki, “kızdım, üzüldüm diyor, “incindim” diyor. Hayır acaba otomobil kazası mı yaptı bu arkadaşlar, neye kızmış, neye incinmiş. Koskoca Anayasa Mahkemesi toplanmış ve büyük bir çoğunlukla, birbirinden değerli hukukçu ustadların oy birliği ile hazırladığı bir gerekçeyle iki yurttaşımızı serbest bırakmışlar. Şimdi bakınız, Cumhurbaşkanına anayasada verilen yetkilerin dışında “davacı olur, ihbarda bulunur” diye bir hüküm var mı? Aksine “yaşlıları özürlüleri bağışlar” diye bir hüküm var. Yani Meclisin vereceği af yetkisini tanıdığımız bir Cumhurbaşkanı profili var. O Cumhurbaşkanı hem Can’ın hem öteki gazeteci kardeşimizin hakkında dava açtırıyor ve o davayı açtırırken, Cumhurbaşkanının şefkatli, bağışlayıcı karakterini çiziyor, sonra da onlar tahliye olduğu zaman kızıyor, üzülüyor, inciniyor, hem Anayasa Mahkemesi başkanının paylıyor, haşlıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir Cumhurbaşkanı motifi, öyle bir cumhurbaşkanı profili ile hiç başkanlık sistemini tartışabilir miyiz. Geçmişte olduğu gibi yine dimdik ayaktayız, geçmişte milli anayasa forumlarıyla, milli merkez çalışmalarıyla biz ülkenin her yerinde Atatürkçü Düşünce Derneği ile beraber bu anayasa karışıklığını bilimsel olarak, tarihsel olarak, siyasal olarak ortaya koyduk. Şimdi ne yapmak istiyorlar, aslında tabi, sıkıntı orda. HEM ATATÜRK’Ü, HEM TÜRK SÖZCÜĞÜNÜ ANAYASADAN ÇIKARMAK İSTİYORLAR. Atatürk, Türk Türk hukukunun simgesi, Türk anayurdunun kurucusudur. Benim de hocam olan Profösör Adnan Hiş, hatıratında diyor ki, Atatürk hakiki bir şahıs değildir sadece, Atatürk bir Anayasa kurumudur. Atatürk’ü Anayasadan çıkarmağa kimsenin gücü yetmez.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOT
[1] Ahmet Hüsamettin Cindoruk (1933, İzmir), Türk hukukçu ve siyasetçidir. Aynı zamanda XVII. Dönem (Ara Seçim) Samsun, XIX. Dönem Eskişehir Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 17. başkanı olan Hüsamettin Cindoruk, geçmişte Doğru Yol Partisi ve Demokrat Türkiye Partisi genel başkanlığı ve bir süre vekâleten cumhurbaşkanlığı yapmıştır.
Vasfi Bey ve Ganimet Hanım'ın oğlu olarak 1933 yılında İzmir'de doğdu. İlkokulu Ankara'daki Çankaya İlkokulu'nda, liseyi ise Ankara Atatürk Lisesi'nde tamamladı. Yükseköğrenimini yapmak için girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1954 yılında mezun oldu ve 1955 yılında avukatlığa başladı.
Siyasal yaşamına Demokrat Parti gençlik kollarında başlayan Hüsamettin Cindoruk, 1958 yılında bu partiden ayrılarak Hürriyet Partisi kurucuları arasında yer aldı. 27 Mayıs'tan sonra Demokrat Parti yöneticilerinin yargılandığı Yassıada Yargılamaları'nda, aralarında eski meclis başkanı Refik Koraltan'ın da bulunduğu 18 eski milletvekilinin avukatlığını yaptı.[3] Yargılama sürecinde Yüksek Adalet Divanına hakaret ettiği gerekçesiyle iki buçuk ay Balmumcu Sıkıyönetim Cezaevi'nde tutuklu olarak yattı.
Demokratik siyasal yaşam tekrar başladıktan sonra Adalet Partisi ve Demokratik Parti'de faaliyet gösterdi. 12 Eylül'le birlikte siyasal yaşamın kesintiye uğramasının ardından, 1983 yılında Büyük Türkiye Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı. Ancak bu siyasal parti, kuruluşundan 15 gün sonra Millî Güvenlik Konseyi'nin 79 sayılı bildirisiyle kapatıldı ve aynı bildiri ile Hüsamettin Cindoruk, Süleyman Demirel ve birlikte hareket ettikleri diğer isimlerin Zincirbozan Garnizonu'nda zorunlu ikamete tabi tutulmaları kararlaştırıldı. Hüsamettin Cindoruk burada 4 ay tutuklu kaldı.
14 Mayıs 1985 tarihinde Büyük Kongre'de Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı'na seçildi. Genel Başkanlık makamını, siyasi yasağı biten Süleyman Demirel'e bıraktıktan sonra 16 Kasım 1991 - 1 Ekim 1995 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığı yaptı. 17 Nisan 1993 günü, dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatı üzerine 17 Nisan 1993 - 16 Mayıs 1993 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığını vekâleten üstlendi. Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçilince boşalan DYP genel başkanlığı için aday olmadı.
Tansu Çiller'in DYP genel başkanı olduğu dönemde Doğru Yol Partisi'nden ayrılıp Demokrat Türkiye Partisi'ni kurdu. Demokrat Türkiye Partisi, Mesut Yılmaz başbakanlığındaki koalisyon hükümetine katıldı; ama Cindoruk hükümette görev almadı. Parti 1999 genel seçimlerinde oyların % 0,58'ini aldı ve barajı aşamayarak TBMM dışında kaldı. Cindoruk, bu sonucun ardından Demokrat Türkiye Partisi genel başkanlığından ayrıldı.
16 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Demokrat Parti 5. Olağanüstü Büyük Kongresi'nde, 3. turda 559 oy alarak partinin genel başkanlığına seçildi. Genel başkanlığa gelmesinin ardından, Demokrat Parti ile Anavatan Partisi'nin birleşme sürecinde etkin rol aldı. İki parti 31 Ekim 2009 tarihinde Demokrat Parti çatısı altında bütünleşti ve Hüsamettin Cindoruk da bu bütünleşmenin başındaki isim oldu.
Siyaset yaşamını Demokrat Parti genel başkanı olarak sürdürdü ve 2011 yılının Ocak ayına kadar bu görevde kaldı.
İngilizce bilen Hüsamettin Cindoruk, Dilek Cindoruk'la evli ve üç çocuk babasıdır.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCsamettin_Cindoruk
ANAYASA TUZAĞI PANELİ
0 yorum