Hukukçular Anayasa Tuzağına Karşı Uyardı
Yeni Anayasa ve başkanlık isteminin tartışıldığı günümüzde, 12 Mart 2016 Cumartesi günü Cermoderm Sanatlar Merkezi’nde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Merkezi’nin girişim ve himayesinde Yeni Anayasa Tuzağı Paneli düzenlendi. ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın yönettiği panelde, TBMM Eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Türk Hukuk Kurumu Başkanı Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu[1], Eski YÖK Başkanı ve anayasa hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in konuşmacı olarak katıldılar. İktidarın “Yeni Anayasa” adı altındaki, gizli “tuzağı”, başkanlık sisteminin hukuksuzluğu konularındaki konuşmaları, salonu dolduran ve birçoklarının ayakta izlediği, eski bakanların, emekli generallerin, milletvekillerinin katıldığı panel alkışlarla kesildi ve çok beğenildi.
İktidarın “yeni anayasa, başkanlık” istemini sürekli pompaladığı ve aldatmacalı günlerde, halkımızın aydınlanması için çok yararlı olduğuna inandığımız bu değerli hukuk uzmanlarının konuşmalarını, sadece salondakilerle yetinmeyip, internet okuyucularımızın da yararlanması amacıyla, konuşmaları banttan çözerek okuyucularımıza sunmayı bir görev bildik, umarız yararlı olur.
REFERANDUMDA HALKA VERİLEN “HAP” RAHAT ETTİRMEDİ
Bilindiği gibi, R.T. Erdoğan 12 Eylül 2010 Anayasa değişim referandumunda, yargı için gizli emellerinin bulunduğu önerisinde “ben bir hap hazırladım her şey onun içinde var, onu kullanırsanız çok rahat edersiniz” demiş, içinde zehirli nesnelerin bulunduğu önerinin benzediği, dışını adeta çikolata ile bulayıp, daha açık ifadeyle halkı kandırmış ve böylece AKP iktidarı yüksek yargıyı ele geçirmişti.
Şimdi de aynı yumuşak ifadelerle “yeni anayasa ve başkanlık” istemi ile, krallarda, padişahlarda bile olmayan halktan faşizan bir yetki istemekteler. Bu nedenle görüş ve önerilerini yansıttığımız bu üç hukukçunun tehlike işareti verdiği anayasa tuzağına halkımızın aldanmaması gerekir.
Aşağıda Sabih Kanadoğlu’nun örneklerle açıkladığı gibi “anayasa tuzağına” halkımızın aydınlanması, gerçeklerin açıklanması için herkese görev düşmekte.
Ancak, internetten okuma güçlüğü nedeni ile üç konuşmacının yazılı metinlerini üçe böldük. Birinci bölümde Hüsamettin Cindoruk’un konuşmasını verdik. Bu ikinci bölümde Sabih Kanadoğlu’nun konuşmasını veriyoruz; öbür konuşmacı Teziç’in konuşmasını üçüncü bölümde vereceğiz. Konuşmaları yazıya dökerken zorlandığımız için, hatalarımızın affını dileriz.
Türk Hukuk Kurumu Başkanı Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, panelde şu konuşmayı yaptı:
“-Sayın Cindoruk ve Sezer ve onların içinde ben de dünden beri daha büyük bir huzur ve güven içinde olmalıyız. Çünkü dün kendi sesinden, bu gün de gazetelerden Sayın Cumhurbaşkanının dinledik ve okuduk. Ne diyor Sayın Cumhurbaşkanı, “anayasayı koruma görevim vardır, bu itibarla yetki sınırını geçen herkesin karşısındayım”. (Salondan gülüşmeler)Sanırım ki sizler benim gibi bir inşra, bir rahatlama, bir güven içerisinde huzurlu bir bakımdan size, geldiğimiz noktayı anlatmaya çalışayım.
Yeni Anayasa Tuzağı adını taşıyor panel; bildiğiniz gibi tuzak, gerek bireylere, gerekse toplumlara hatta ülkelere bir yarar sağlamak için bir düzenleme, bir düzen, nasıl bir düzen güçlük ve zorluk yaratan bir tuzak. Aslında “yeni anayasanın üzerinde tartışmanın dışında, böyle bir anayasa sözünü ortaya atmak ve böyle bir tartışmaya yol açmak zaten kendi başımıza bir tuzaktır. Bu gün Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, isterseniz yargının düştüğü durum, isterseniz dış politikadaki hezimet, buna üç milyona yakın mültecinin yarattığı hem sosyal, ekonomik, politik sıkıntılar. Bunların hepsini koyduğumuzda bir biz bu gün neyi konuşmalıydık. Biz bu gün başarısız bir iktidarın Türkiye’yi içine soktuğu politik sıkıntıları konuşmalıydık, ekonomik güçlükleri konuşmalıydık, çareleri konuşmalıydık, Güneydoğu’da ortaya çıkan manzarayı konuşmalıydık, Türk birliğini nasıl sağlarız, bunu tartışmalıydık. Biz nerdeyse 2007 den beri Anayasa üzerinde tartışıyoruz. Zamanımızı iktidarın başarısı üzerine yoğunlaştırmamız yerine, anayasa mücadelesi v ermeğe çalışıyoruz, tuzağın kendisi budur. Bir sıkıntımız daha var, Sayın Cumhurbaşkanının söz konu üzerinde tartışırken, narsiz gibi veya bir hastalık icat ederek bunu karşılamağa çalışıyorlar. Aslında 2007 den beri hatta 1993 ten beri asıl düşüncesini hiç saklamadan açıkça ortaya koyan ve bundan da hiç çekinmeyen bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız. Çünkü 93 de macera “demokrasi bir amaç değil bir araçtır” sözüyle başladı. Bir tramvaya benzetildi “arzu edilirse bu terk edilir” ifadesi kullanıldı. Devam etti, dendi ki,”yargı ve yasama bizim ayağımızın bağıdır”. Devam etti ve günümüze doğru geldikçe, “parlamenter rejimin buzdolabına alındığını, askıya alındığını” ifade etti. O yetmedi, belirli şekilde “yönetim şeklimiz değişti, bu bir fiili durumdur, bu fiili duruma bir anayasa yapmamız gerekir”, dendi.
Yetmedi, artık belirli bir şekilde “mevzuata uymayın” önerisi rahat bir şekilde yapıldı. O halde karşımızdaki mücadele edeceğimiz kişiyi, ancak ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini ve bunu açıkça söylediğini görerek ve bilerek yapmamız gerekeni kararlaştırabiliriz ve halka bunu böyle anlatabiliriz.
Anayasa Mahkemesi için söylediği, “tanımıyorum, uymuyorum, saygı duymuyorum” sözcükleri de belirli şekilde aniden bir hiddet sonucu sarf edilmiş sözler değil, çünkü şöyle bakarsak, biraz önce saydığım gibi, hepsi bir hesabın bir zincirlerinin birbirleriyle bağlantısını getirdiği yer.
Neden tanımıyorsun ve bu baskıyı yapıyorsun, araştırdığınızda bulabildiğiniz iki şey var. Sayın Cindoruk bir TV programında buna değindi, bu baskı anayasa mahkemesinin önünde duran birtakım davalara bağlıdır. Doğru söyledi evet doğrudur.
CUMHURBAŞKANINA VERİLEN ÖRTÜLÜ ÖDENEK ANAYASAYA AYKIRI
Ama bu hani tarafsızlığı konusunda yapılmış olan şikâyetler bireysel olarak geldi ve reddedildi. Ama önünde duran bir örtülü ödenek verilmesi olayı var, yani o yasanın anayasaya aykırılığı var. Örtülü ödenek yasası Cumhurbaşkanlığına bu olanağı tanıyan yasanın iptalini şöyle bir düşünün.
Ama onun dışında Sayın Cumhurbaşkanına hakaret davalarının gelme ihtimalinden bahsedilir, doğrudur, ihtimal değil, muhtemeldir. Bu takdirde bir cumhurbaşkanının yaratmak istediği algının ne hale geleceğini şöyle bir düşünün, Anayasa Mahkemesini şimdiden baskı altına almakta yarar var. Hatta anayasaya aykırı bir biçimde çıkarılması çok muhtemel birtakım hazırlıkların da ön habercisi olarak da düşünülebilir. Çünkü onun bir başdanışmanının bir sözünü ettiği “kurucu referandum” adı var. Böyle bir çabalama var, yani 330 olmasa dahi bunu “halka götürelim”, hatta Sevgili Erdoğan daha iyi anlatır, bir Degol benzeriyle bu işi halletmeye çalışabiliyorlar. Nedir o, yani Fransız Anayasa Komisyonu’nun, çünkü mahkeme değil orda, belirli bir şekilde anayasaya aykırı olarak yapılmış olan bir halk oylamasının sonunda, “artık halk oylamasından geçti, anayasaya aykırı olsa dahi ben bir şey yapamam” gibi bir karardan bahsedilir. Acaba bunun hazırlığı mıdır? Acaba Anayasa Mahkemesine bu yönde herhangi bir şekilde bir yön verme çabası mıdır? Bunun üzerine her halde kafa yormamız lazım.
“MİLLİ İRADE” DİYEREK İKTİDAR A DAN Z YE YENİ BİR ANAYASA YAPAMAZ
Ama biz her şeyden önce şunun üzerinde duralım. Bir kere TBMM, bu günkü TBMM, hatta dünkü TBMM ve yarınki TBMM A dan Z ye yeni bir anayasa yapabilir mi? İşte onun için evvele buna bakmak lazım. Çünkü TBMM leri dört yıl için sadece ve sadece ülkeyi idare edebilmek için seçilir. Milli iradenin anlamı da bununla sınırlıdır. Eğer “milli irade” diyerek “seçimde kazandık, o halde istediğimizi yaparız, Anayasayı A dan Z ye yeniden yapabiliriz, ama bunun için halka da söz verdik, halk da bize seçimde oy verdi, bu bizim hakkımızdır” sözünün anayasa hukukunda yeri yoktur. Milli iradeyi ancak taşıdığı bu sorumluluk ve ona verilmiş olan yetki ile sınırlı olarak ölçmek ve öylece kabul etmek gerekir.
Tabi yeni bir anayasayı A dan Z ye sadece seçimden kazandığı için “milli irade” diyerek halka söyletmenin ne hukuka uygun olduğunu söylemek mümkün, ne adalete, ne de hakka ve vicdana.
Çünkü bunu tanırsanız, her dört yılda bir iktidar olanın anayasa değiştirmeye hakkı var” dersiniz, öyle bir şey zaten düşünülemez.
Zaten şöyle bir baktığımızda böyle bir A dan Z ye anayasa için birtakım koşullar gerekir. Bu koşulların başında ki, elbette ki anayasa eğer A dan Z ye yeni bir anayasa yapmaya kendisinden sonra gelen meclislere yetki vermişse anayasa bu elbette ki yapılır. İkinci bir A dan Z ye yeni anayasa ya bir savaş sonucu ülkenin şeklinin değişmesi, rejimin değişmesi, ekonomik büyük bir açmaz, darbeler, ikinci şık da budur.
“MECLİS UZLAŞMA KOMİSYONUNUN" İLE ANAYASA YAPILAMAZ
Ama bunun dışında A dan Z ye yeni anayasa yapmak o seçimle gelen, dört yıl için gelen seçime hele hele bu günkü TBMM başkanının da söylediği gibi, “biz de kurucu meclis gibiyiz” o “gibi” olmuyor, öyle bir kurucu meclis olunmuyor. 21 ve 24 Anayasaları yapıldığı zaman onlar devleti kuran meclislerdi. Onun için “kurucu meclis” adını layıkıyla taşıma şerefini taşıyorlar. Ama böyle dört sene için hayır. Hatta devam edelim, TBMM ne anayasada, ne içtüzükte kendisine tanınmamış olan bir hakkı kullanarak “MECLİS UZLAŞMA KOMİSYONUNUN" da kuramaz. Böyle bir meclis uzlaşma komisyonu, anayasaya uygun bir komisyon değildir. Neden değildir. Partiler arası uzlaşma komisyonu olur, hiç kuşku yok, Mecliste uzlaşma komisyonu, zaten iç tüzükte ve anayasada belirlidir. O halde A dan Z ye yeni bir anayasa yapma hazırlığını, ona dayanak gibi göstererek Mecliste kuracağınız bir uzlaşma komisyonunda halledemezsiniz. Değiştirme için bir uzlaşma komisyonu kurarsanız en azından eleştiri almazsınız. Çünkü o üç maddenin iradesine karşı gelmeyecek şekilde değişiklik yapma yetkisini size zaten bu anayasa veriyor. O halde böyle bir teşebbüse girdiğiniz zaman her şeyden önce meşruiyetini bu anayasadan alan bütün kişiler, kurumlar, kurullar, organlar asıl özellikle bu meşruiyetin dışına çıktıkları anda meşruiyetlerini kaybederler.
O halde “kurucu meclis” gibi tabirini koyarak A dan Z ye yeni bir anayasa yapma iddiasıyla ortaya çıktığınız zaman, kendi meşruiyetinizi inkâr etmiş olursunuz. Kendi meşruiyetini inkâr eden hiç kimse millete, “ben seni temsil ediyorum senin adına anayasa yapacağım” diyemez ve dememelidir. Çünkü bu anayasa değişiklik halinde dahi böyle bir teklifin ilk üç maddeye yöneldiği zaman, böyle bir teklifin yapılamayacağını dahi söylüyor. Üç maddenin değiştirilemeyeceği teklif edilemeyeceği hüküm altına alınmış olan bir anayasada daha da ileriye giderek, bırakın ilk üçünü A dan Z ye yeni anayasa yapıyorum demek, herhalde milletin aklıyla alay etmek demektir.
Peki, bunun hiç çıkışı yok mu? Bunun çıkışı olabilir, tabi ben uzmanı değilim, bir uygulayıcı olarak konuşuyorum. Sınıf arkadaşım Teziç, herhalde onu tamamlayacak durumdadır.
A DAN Z YE BİR ANAYASA NASIL YAPILIR
Bunun bir çıkışı olabilir mi? Hep sorulan sorudur bu, ille darbe mi olacak vaziyetin değişmesi için. Bunun yolu vardır, çünkü halk oylamasına gitmenin tek yolu, yine anayasanın 175. Maddesinde gösterilmiştir. Yani anayasa değişiklikleri halinde ancak gidilebilir, halkoylamasına. Peki, bu halk oylamasına şu anda gidilemeyeceğine göre, işte zaten 330 olmasa bile “kurucu referandum” diye adını verdikleri o saçmalıkla eğer halka gidebilirlerse, ümit ediyorlar ki o değişikliği veyahut “bütünüyle anayasayı getiririz” öyle diyorlar.
Evvela bir değişiklik yaparak halktan, A dan Z ye “yeni bir anayasa istiyor musunuz” sorusu olabilir. Tabi bu nitelikli çoğunluk olması gereken bir halk oylaması olmalıdır, eğer halk, nitelikli çoğunlukla A dan Z ye “yeni bir anayasa yapılsın” diyor ise, o takdirde bir kurucu meclis kurulmalıdır. Kurucu mecliste elbette ki seçim barajı olmamalıdır, her düşüncenin temsil edilebileceği bir meclis oluşturulmalıdır. Onun hazırladığı yeni anayasa yeniden halk oylamasına sunulmalıdır, o da nitelikli çoğunluk olmak kaydıyla. Çünkü değiştirdiğiniz devlet kurucusunun iradesini değiştirmektir. Bu zaten nitelikli çoğunluk yapılabilecek bir iş değildir. Bir anayasa ancak bu şekilde baştan sona değiştirilebilir. Yoksa böyle ileri sürdükleri gibi, taşıyan düşüncelerle sonuca gitmek doğrudan doğruya kendi kişisel arzularını tatmin ve orada, işte o arzu nedeni ile bir rejim değişikliğini sağlamak. Ama bunun için de sadece başkanlık sistemi değil tabiatıyla; o devletin şeklini değiştirme arzusudur. Sayın başkanın söylediği gibi, bu laik demokratik, hukuk devletini ortadan kaldırma çabasıdır.
Bu itibarla bu gün ortaya konulan olay, çok açık net şekilde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından söyleniyor. “Ben Anayasa Mahkemesini tanımıyorum, saymıyorum, uymuyorum” dediğinde Türk Hukuk Kurumu adına bir açıklama yaptık. Orda da saydım, biraz önce başta söylediğim koşulları ve Sayın Cumhurbaşkanının söylediği sözleri ve sonunda şöyle bağladım, “Türkiye demokrasi, hukuk devleti hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı yönünden hangi noktaya geldiğini açıkça ortaya koyduğunu ve arzuladığı rejimin niteliğini, sonucunu, içeriğini açıkça gösterdi için.
12 EYLÜL 2010 DA CUMHURBAŞKANININ İSTEDİĞİ YANLIŞ HAPI YUTTUK
Sayın Cumhurbaşkanına teşekkür borçluyuz. Gerçekten teşekkür borçluyuz, yararlanılırsa. Ama yararlanılmalıdır ve yararlanmak herhalde sivil toplum örgütlerine düşüyor amma, en fazla muhalefet partilerine düşmektedir. Muhalefet partileri karşılıklı söz atmada başarı sağlayarak bu işin sonuçlanacağını hiç düşünmemeliler. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan olduğu tarihte 12 Eylül 2010 da hazırladıkları anayasa değişikliğini şöyle söylemişti, “ben bir hap hazırladım her şey onun içinde var, onu kullanırsanız çok rahat edersiniz”. Sakın bu hapı yutmayın, dedim ama bu hapı yuttuk ve o yutmanın bize nasıl bir fatura çıkardığını hep beraber şimdi görüyoruz.
Şimdi aynı tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz şu durumda muhalefet partilerine büyük görev düşüyor. Muhalefet partileri bu konuda el birliği işbirliği yapmak zorundadırlar. Eğer halka anlatmakta yine zafiyet gösterilir ise halkımıza neyin ne olduğu doğru dürüst anlatılamazsa 12 Eylül 2010 da uğradığımız bir sıkıntıyla tekrar baş başa kalabiliriz. Çünkü Türkiye olarak iki seçeneğimiz var. Ya laik, demokratik Atatürk Cumhuriyetinin onurlu yurttaşı olarak yaşayacağız; ya da bir dini esaslara kurulu Orta Çağ ülkesinde biat etmiş kullar olacağız. Seçim bizimdir”.
Bu arada yönetici Tansel Çölaşan araya girerek şunları söyledi:
“-Aslında siz, “anayasa nasıl yapılmalı” diye anlatıyorsunuz, haklı olarak, Cumhurbaşkanının öyle bir derdi yok. Onun bir taslak üzerinden yaptığı bir anayasa çalışması var. O taslakta gerekçe şöyle: Diyorlar ki, size atıfla o Mecliste, 367 lik Cumhurbaşkanı seçimi çıkartınca geriye biz de Gül’ü seçtirdik”. Şimdiki başbakan ne oldu, bir tarafta halkın seçtiği bakanlar kurulu, bir tarafta da halkın seçtiği cumhurbaşkanı var. Kimin sözü geçecek tabi ki benim” diyor. Bu kadar da değil, gerekçe bu. Niçin, burada artık biz bunları konuşuyoruz ama yürüyorlar, daha eylemsel, daha farklı boyutlarda mücadele yapma gerektiği bana gelenlerde geçiyor”.
Buna açıklama getirmek için Sabih Kanadoğlu izin isteyerek şunları söyledi:
“-Şimdi sizin söylediğiniz doğrudur, yani 367 üzerine Cumhurbaşkanı seçemedik” üzüntüsü ve intikam alma düşüncesi, böyle bir halka götürme seçeneği sonucunu doğurdu. Çok iyi hatırlıyorum, Sayın Teziç’le böyle bir olayın fevkalade zararlı olacağını, böyle bir iki başlılık çıkaracağını ve mevcut yetkilerle beraber, Türkiye’nin demokratik hayatında büyük bir sorun olacağını o tarihte de söyledik. Kesin, dinlemediler ama amaç zaten o tarihte de belirli bir şekilde kendi arzu ettiklerinin rahatlıkla uygulamaya koymasını arzulamadan geliyordu. Şimdi biraz önce siz de söylediniz katılmıyorum; böyle etap etap ilerleye ilerleye bu güne geldik. Buna engel olabilmek için elbirliği lazım, güç birliği lazım ve eylem lazım, evet doğrudur.”
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] Sabih Kanadoğlu Sabih Kanadoğlu, (d. 20 Mayıs 1938 Menemen, İzmir Türkiye) Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirmiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1959 yılında mezun olmuştur.
Burhaniye hâkim adayı olarak mesleğe başlamış; sırasıyla Orhaneli ve Erzurum Cumhuriyet Savcılığı, Bingöl Sulh Hakimliği, Tokat ve Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, İzmir Ceza Hakimliği ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi ile Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlıkları görevlerinde bulunmuştur.
19 Temmuz 1984 tarihinde Yargıtay Üyeliğine seçilmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca; ilki 26 Aralık 1994 tarihinde, ikincisi de 28 Aralık 1998 tarihinde olmak üzere iki kez Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca gösterilen adaylar.arasından 21 Ocak 2001 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına seçilmiştir. 20 Mayıs 2003 tarihinde yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır.
2006 yılında YARSAV'ın kurucuları arasında yer almıştır. 26 Mayıs 2012 tarihinde Türk Hukuk Kurumu Başkanlığına seçilmiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sabih_Kanado%C4%9Flu
ANAYASA TUZAĞI PANELİ
0 yorum