25 Şubat 2010 tarihinde Amiral A. Semih Çetin, Balyoz soruşturmasında pek çok subay gibi ifade için savcılığa çağırılır. Bu amiralimiz gibi, nice üst subaylar, görevli olarak bulundukları yurt içinden, binlerce km uzaklardan, gemisini, görevini bırakıp, ifadeye çağıran savcıların çağrısına uyup rutin bir ifade zannederek savcılara gelirler. Türk ordusuna “paralellerin” kurduğu kumpastan, şeytani tuzaklardan habersiz olan bu komutanlarımız, cellâda boynunu uzatan koyun gibi bu savcılara gelirler. Gelirler ama neye uğradıklarına şaşırırlar, uydur, kaydır, düzmece belgelerle yargılanmak üzere, “kaçma şüphesi” ile tutuklanırlar.
SAVCI AMİRALE SORUYOR. “SİZ YASSIADA’YI BİLİR MİSİNİZ”…NE ALAKA
Amiral A. Semih Çetin ifadesini imzaladıktan sonra, Amiral Çetin’in avukatına Savcı Mehmet Berk, “çok uzatmayın avukat hanım, biz ne savunmalar gördük, sonuç değişmedi” der, “biz bildiğimizi okuduk yaptık” dercesine. Aldığı ifade tarzından önyargılarla dolu olan Savcı Mehmet Berk, “sanki başka ülkeden gelmiş gibi”, Amiral Semih Çetin’e şöyle der: “Siz Yassıada’yı bilir misiniz?” Oysa alınanifadeyle, tutuklanmasıyla hiçbir teknik bağlantı ve ilgisi olmadığı halde, 27 Mayıs 1960 da daha dünyada bile olmayan bir savcı, o tarihte sadece iki yaşında olan bir tümamirale, geçmişin hesabını soruyor, sanki 27 Mayıs 1960 ın intikamını hatırlatıyor ve önyargısını dışa vuruyordu.
Aynı Savcı böylece sorgudan sonra, “diğer savcı arkadaşlarla toplanıp karar vereceğiz” der,Amiral Çetin Savcının odasından ayrılırken, daha tutuklama kararı verilmeden TV larda “Amiralin tutuklanmak üzere mahkemeye sevk edildiği” haberinin alt yazı ile geçtiği görülür. Önceden hazırlanmış nasıl bir tuzak olduğu nasıl da belli.
Önceden bu haberler TV larda geçtikten sonra, Amiral Çetin, nöbetçi mahkemedeki kısa duruşmadan çıktıktan sonra da, yargılama yapan yargıç, tutuklama kararını mübaşirle gönderir. Zaten Amiral’in avukatları da, mahkeme başlamadan önce TV lardan bu kararı öğrenirler. Oysa tutuklama kararı mübaşirle avukatlara basit ve güncel bir evrak gibi gönderilmez, yargıç tarafından zanlı ve avukatların yüzüne açıkça okunur, zanlı ondan sonra tutuklanır. Savcı, karardan çekinmiş veya utanmış olmalı ki, tutuklama kararını mübaşirle gönderiyor. [1]
Amiral Semih Çetin ve avukatları anlarlar ki, tutuklama kararı çok önceden kararlaştırılmış, bir kumpas, bir tuzakla karşı karşıya olduklarını anlarlar ve işlerinin çok zor olduğunu düşünürler. Nitekim kumpas, tuzak, yalancı tanık, gizli tanık, düzmece sahte belgelerle yüzlerce subay, general ve amiraller binlerce değil, on binlerce uydur kaydır dijital belgelerle yıllarca uğraşırlar.
Amiral Çetin, davaya konu olan dijital verileri görür görmez, daha ilk bakışta pek çok hatalar olduğunu, düzmece belgeler olduğunu anlar. Öylesine hatalar vardır ki, özel yetkili bir savcının, deneyimli bir yargıcın gözünden kaçmaması gereken hatalarla dolu olduğunu görür. Sorgu sırasında Amiral, sözü edilen listede yüzlerce subayın adı geçmekte; sadece Deniz Kuvvetleri’nden adları sahte Balyoz belgelerine bulaştırılan personel sayısı 1800 den fazladır. Bir anda bu kadar askeri personel nasıl böylesine bir suç işlemiş olabilirdi. Her tutuklanan subay anlar ki bu kadar tutuklamalar karşısında şeytani bir tuzak, hain bir komplo, tasfiye ile karşı karşıyalar. Bu hain komplonun içinde bazı polisler, savcılar, yargıçlar, siyasetçiler, askerler ve medyaya çöreklenmiş sözde gazeteci ve yorumcular, devletin tüm organlarına sızmışlar, hukuk kisvesi altında kendi askerine, ordusuna tuzak kurmuşlardı. [2] Çağdaş bir hükümet, çağdaş bir yönetim kendi ordusuna kumpas kurar mı?
HAKSIZ YERE HAPİS YATANLARIN AHI NE OLACAK
Böyle kalleşçe tuzak ve kumpaslarla tutuklanan, sonra da haksız yere en ağır cezalar verilen bu komutanların hayatları karardı, mesleklerinin en verimli zamanlarında onurları, emek ve meslekleri heder edildi. Kimileri yargılamalarda öldüler (Kuddusi Okkır vb), Alb. Ali Tatar gibiler intihar ettiler; işin en hazin tarafı ise, iktidarın anayasa değişikliği ile oluşturduğu Yargıtay yargıçları da yanlı kararları ile bu kumpas kararlarını onadılar. Nasıl oluyor da Yargıtay yargıçları, yargılamalardaki haksızlıkları, belgelerdeki sahtelikleri, düzmece belgeleri incelemeden, sanki iktidarın memuru gibi haksız verilen kararları onaylayıveriyorlar. Bu yüzlerce masum insanlar, AYM sinin “hak ihlali” kararı olmasa idi, o haksız verilen cezaları çekecektiler. O yargılamaların yargıçları, Yargıtay yargıçlarının vicdanları rahat mı olacaktı. Bu Türk ordusuna, Türk milletine yapılan ihanet değil mi? Peki bu yargıçlar için HSYK hiçbir şey yapmayacak mı? Üç beş yıl haksız yere hapis yatanların, yargılamalarda ölenlerin, intihar edenlerin ahtı nerede kalacak. Ey adalet, ey vicdan neredesin…
Satılmış, besleme yalaka medyadaki paralı çığırtkanlar, televizyonlarda ve gazetelerde her gün, “darbeleri yargılıyoruz, askeri vesayet sona eriyor” yalan ve yaygaraları ile halkı kandırıyorlardı. Hem de, “camileri bombalayacaklardı” vsiftiralar kusuyorlardı.
Peki, bu Savcı Mehmet Berk ve bu kararı veren yargıçlar, acaba nerededir? Vicdanı rahat mıdır? Yıllarını cezaevlerinde heder ettikleri, o insanlar şimdilerde aklanırken, uydur kaydır belgelere karar veren yargıçlar bu vebalin altından nasıl kalkarlar.
İfade alırken Savcı Mehmet Berk, “siz Yassıada’yı bilir misiniz” diye neden böyle bir soru sorar. Onun bu sözlerinden, “siz” derken, orduya söylenmiş bir sözle, “bu yargılamalarla Yassıada yargılamalarının intikamını alacağız” önyargısı, kin ve intikam duygusu ortaya çıkmaz mı?
Böylesine alenen kinci, intikamcı yargılama mı olur? Yukarıda yazıldığı gibi, daha bu dünyada bile olmayan bu savcı, kulaktan duyma dedikodu ile dolu halde, böylesine bir hak ve hukuktan yoksun, önyargısını zanlıya yansıtacak şekilde söz edip adalet mi dağıtılır. Bu sadece binlerce haksız, adaletsiz Ergenekon, Balyoz vb davalardaki hukuksuzlukların bir tanesidir.
Tutukladığı amiralin 27 Mayıs 1960 la ne ilgisi var ki, böylesine intikamcı soru soran savcıya şunu hatırlatmak istiyorum. Ben Kırşehir’liyim; Menderes 27 Mayıs 1960 dan önce bizim Kırşehir’i vilayet iken kaza yaptı; Kırşehir’li ve milletvekili olan Osman Bölükbaşı’yı hapse attırdı, “Kırşehir’den bana oy gelmiyor” diye; dünyanın hiçbir yerinde böylesine bir partizanlık görülmez, görülmedi.
Tıpkı günümüz iktidarının, 17/25 Aralık rüşvet ve yolsuzluğu Meclis’e aklattığı gibi, Menderes de kendi yandaş milletvekilleriyle kurduğu “Tahkikat Komisyonu” ile adeta Meclis’e yargı görevini vermişti.
Daha pek çok örnek sayabiliriz, (yaşlı başlı gazetecileri tutuklamak vb) ama yer darlığından Savcı Berk’in “siz Yassıada’yı bilir misiniz”saçma sorusu karşısında çok şaşırdığım için bu iki örneği verebildim.
Ama şunu eklemeden geçemeyeceğim, Savcı iktidarın, “paralelcilerin”, bilmem şu mütegallibenin, şu dinin, şu mezhebin değil, yürürlükteki anayasa hükmü doğrultusunda Laik TC nin savcısı olmalıdır, eğer çağdaş devlet isek.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1]Bir İhanetin Öyküsü Hasdal’da Bir Amiral Kaynak Yayınları 17. Basım 2013 Sf 15
[2]Aynı kitap sf 16
0 yorum