“Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan geçmişi de denetim altında tutar.”
George Orwell, 1984.
“Benim türbanlı bacıma saldırdılar!”
R. Tayyip Erdoğan, 2013.
“Tek parti döneminin jakobenleri Batılılaşma ve modernleşme adına alkol kullanımını teşvik etmişlerdir!” R. Tayyip Erdoğan. 2016.
REJİ İDARESİNDEN TEKELLERE
Milli Mücadele’nin ardından Lozan Antlaşması’yla bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Osmanlı’nın bağımlılıklarından Reji İdaresi kaldırılarak inhisarlar/tekeller kurulmuştur. 1925’te Tütün ve Sigara Kâğıdı İnhisarı (Tekeli) yürürlüğe girmiştir. 1926 çıkarılan bir kanunla tütün tohumu ihracı yasaklanmıştır. 1926’da Barut ve Mevad-ı İnfilakiye Tekeli kurulmuştur. 1926’da da Alkollü İçkiler Tekeli oluşturulmuştur. 1927’de Tuz Tekeli Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1929’da Kibrit Tekeli kurulmuştur. Ayrıca Liman Tekeli, Sigara Tekeli, Dış Ticaret Tekeli, Afyon Tekeli, Petrol Tekeli, Şeker Tekeli gibi tekeller kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik kalkınmasında çok önemli bir rol oynayan tekeller, 21 Aralık 1931’de tasarruf sağlamak ve kaçakçılığı önlemek amacıyla kurulan Gümrük ve İnhisarlar (Tekel) Bakanlığı’na devredilmiştir. Bakanlık, tuz, tütün, ispirto ve ispirtolu içkiler, barut, av saçması, fişek inhisarlarını tekeline almıştır. 1930’larda ve 1940’larda tekellerin yatırımları, bulundukları bölgenin en önemli yatırımları durumundadır. Tekeler bulundukları bölgelerde her bakımdan ekonomiye büyük katkılar sağlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında kamu harcamalarının ve kalkınma palanlarının finansı tekellerle sağlanmıştır. Tekel gelirleri 1930’larda tüm devlet gelirlerinin yüzde 12’sini, 1940’larda ise yüzde 25’ini oluşturmuştur. Tekel fabrikaları ve idari binaları Anadolu’nun pek çok yerinde en ihtişamlı yapılar olarak kurulmuştur. Öyle ki 1934 yılında Tekel Genel Müdürlüğü binası uluslararası bir yarışmada birincilik ödülü kazanmıştır. [1]
CUMHURİYET’İN ÖNEMLİ GELİRLERİNDEN BİRİ: İSPİRTO VE İSPİRTOLU İÇKİLER TEKELİ
Cumhuriyet’in en önemli gelir kaynaklarından biri de “İspirto ve İspirtolu İçkiler Tekeli”dir.
Sırayla gidelim:
Türkiye’de içki üretimi ve satışı Osmanlı döneminde başlamıştır. 19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde vergi denetimi altında çalışan çok sayıda içki üreten işletme açılmıştır.[2]Daha önceleri “Domuz vergisi” ve “şarap bacı” alan Osmanlı[3], 1862 yılı vergi mevzuatında rastlanan bir maddeye göre de Arpa suyundan yüzde 20 zaiyat bedeli düşüldükten sonra yıllık raiç bedeli üzerinden yüzde 10-15 kayıt almıştır. Prof. İlber Ortaylı şöyle diyor: “Osmanlı hayatında içki içilir, meyhane de vardır. (Osmanlı’da) içkiden vergi alındığını da unutmayalım…”[4]
Milli Mücadele sırasında 14 Eylül 1920 tarihinde TBMM’nin çıkardığı “Men-i Müskirat Kanunu” ile Türkiye’de içki yasaklanmıştır.[5]
9 Nisan 1924’te kanunda yapılan bir değişiklikle bu içki yasağına son verilmiştir.
Atatürk Cumhuriyeti, 22 Mart 1926 tarihli bir yasayla alkollü içkileri devlet tekeline almıştır.“İspirto ve Meşrubatı Kûuliye İnhisarı Hakkında Kanun” adlı bu yasanın 1. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti içinde ispirtolar ve meşrubatı şarap, bira ve her nevi likör de dâhil, üretimi, ithalatı ve satışının hükümet tekeli altında olduğu” belirtilmiştir. Yasaya göre Osmanlı’dan kalan küçük işletmeler alkollü içki üretiminde yetersiz olduğu için idarenin iki yıl içinde senede 3 milyon ispirto üretebilecek fabrikalar kurması, beş yıl içinde ise idarenin üretim kapasitesi ülke ihtiyacını karşılayacak duruma gelmesi amaçlanmıştır. Bu yasayla Osmanlı’dan kalan içki imalathaneleri devletleştirilmiştir. Yeni içki imalathanelerinin kurulması da tekel idaresinin iznine bağlanmıştır. [6]
Hükümet bu haklarını, 1 Haziran 1926 tarihli sözleşme ile Türkiye İş Bankası ve Polonyalı Naçelna Organizaçya Pişemislogojelni Rolinçih Poise Şirketi’ne ihale etmiştir. Ancak Polonyalı şirket taahhütlerini yerine getiremeyince ortaklık sona erdirilmiştir. Bu olayın ardından özel şirkete verilen tekel hakları iptal edilmiş ve 1 Haziran 1927 tarihli “İspirto ve Meşrubatı Küuliye İnhisarının Sureti İdaresi Hakkında Kanun” ile alkollü içkiler tekeli tekrar hükümete verilmiştir. 1927 bütçesine bu amaçla 1.000.000 ödenek konulmuştur.[7]
Güneri Akalın’ın yayımladığı “Tekel Hasılat Kalemleri” başlıklı tabloya göre Atatürk Cumhuriyet’in “İspirto ve Alkollü İçkiler” tekelinden elde ettiği gelirler şöyledir: 1926’da 937.982, 1927’de 3.070604, 1928’de 4.273819, 1929’da 3.658825, 1930’da 3.302468, 1931’de 3.840.000, 1932’de 8.612012. 1933’te 1.964.223, 1934’te 7.608534, 1935’te 2.808209, 1936’da 3.350000, 1937’de 3.672640, 1938’de 3.841067.[8]
Görüldüğü gibi meselenin özü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tek parti döneminin jakobenleri Batılılaşma ve modernleşme adına alkol kullanımını teşvik etmişlerdir” biçimindeki iddiasının aksine her şeyden önce ekonomiktir. “İspirto ve Alkollü İçkiler Tekeli” devletin ciddi gelir kalemlerinden biri durumundadır.
OSMANLI’NIN BİRA FABRİKALARI, BİRAHANELERİ VE BİRA BAHÇELERİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zannettiği gibi Türkiye’de içki üretimi ve tüketimi Cumhuriyet’le birlikte başlamış değildir. İlk içki içen Türk de Atatürk değildir!
Eski Mısır efsanelerine göre arpayı çimlendirip malt yapma tekniği insanlığa Tanrı Oziris’in armağanıdır. Bira üretimi, Asur, Mısır, Hitit, Yunan, Roma’dan Anadolu Türklerine geçmiştir.
Biraya Osmanlılar da kayıtsız kalamamıştır. Osmanlı’nın son zamanlarında Avrupa’dan etkilenen çevrelerde; saraylarda, zengin konaklarında içilmeye başlayan bira, genellikle Viyana, Münih, Belgrad gibi merkezlerden ithal edilmiştir. 1800’lerin sonlarında Osmanlı’nın bazı kentlerinde bira imalathaneleri kurulmaya başlanmıştır.
Türkiye’de ilk bira fabrikası II. Abdülhamit döneminde İstanbul’da kurulmuştur. İsviçreli Bomonti Kardeşler 1885 yılında küçük bir imalathane olarak kurdukları bira tesislerini, 1893 yılında fabrikaya dönüştürmüştür. Bomonti semti adını buradan almıştır.
Türkiye’nin ikinci bira fabrikası 1909 yılında Nektar Biracılık Şirketi (Nectar Brewery Company Limited) tarafından Büyükdere’de kurulmuştur.
Osmanlı’nın bu iki bira fabrikası 1912 yılında “Bomonti Nektar Metehhit Bira Şirketleri” adıyla birleşmiştir.
Osmanlı’dan bira fabrikaları kurulur da birahaneler kurulmaz mı? 1800’lerin sonlarında belli başlı Osmanlı şehirlerinde Bomonti Birahaneleri açılmıştır. 1888'de, 15'i Beyoğlu'nda, 8'i Galata'da, 8'i muhtelif semtlerde olmak üzere İstanbul'da 31 birahane vardır. Bomonti Bira Fabrikası üretime geçtikten sonra birahanelerin sayısı artmıştır. İstanbul’da 33,İzmir'de 5, Selanik'te 4, Ankara'da ise 3 birahane açılmıştır. Mert Sandalcı’nın araştırmasına göre “1895’te Erzurum’da bile birahane açılmıştır”[9] Bundan 20 yıl sonra 1914'te ise İstanbul'daki birahane sayısı 40'a yükselmiştir. İstanbul ve İzmir'de Brasserie Viennoise; Brasserie Budapest, Brasserie Graz gibi birahane isimleri dikkat çekmektedir. 1921’de sadece İstanbul’da 52 birahane vardır.[10]
Biracı Osmanlılar
Gökhan Akçura’nın aktardığına göre Ahmet Mithat “Vah” adlı kitabında bu Osmanlı birahanelerini şöyle anlatmıştır: “Galata ve Beyoğlu’nda Almanların küşad etmiş oldukları birahaneler hakkında Osmanlı beylerimizin, efendilerimizin rağbetleri pek fevkalade idi. O zamanlar gitmiş olsaydınız, dört beş şapkalı varsa, yirmi otuz da fesli görürdünüz. Hele Galata’da Voyvoda civarında on beş numaralı Fogel birahanesi Osmanlıların en ziyade mazhar-ı rağbet olmuştu. O derecelere kadar ki, orada hizmet eden Alman karıları bile pek az bir müddet zarfında Türkçe öğrenmeye mecbur kalmışlardı...”[11]Osmanlı birahanelerinin yanında bir de Osmanlı bira bahçeleri vardır. Belediye Bahçesi adlı bu mekânların en gözdeleri İstanbul’da Bebek Bahçesi,Çamlıca Belediye Bahçesi ve Tepebaşı Belediye Bahçesi’dir. Bu bahçelerde en çok içilen içki Bomenti Birası’dır.
O günlerde Tepebaşı Bahçesi’nin sürekli müşterilerinden olan edebiyatçılarımızdan biri, yıllar sonra o bahçeyi şöyle anlatmıştır:
“Bahçenin dört bir yanı parmaklıklarla çevrilidir. Tek bir kapısı vardır. Bahçenin orta yerinde sivri çatılı güvercinlik biçiminde bir kameriye, bir orkestra yeri vardır. Sonradan buraya havuz yapılmıştır. Bahçe ikindiden sonra dolmaya başlar. Sular kararmaya başladığı zaman da tüm yükünü alır. Masalar, iskemleler çoklukla kameriyenin çevresindedir. Burada melek yüzlü kadınlar dolaşır.
Özel bir bahçedir burası. 40 para ödenerek girilir. Kahve, gazoz, çay ve Bomenti birasının dublesi 40 paradır. Avrupa birasının dublesi ise 5 kuruştur. Pasta, dondurma, sütlü çay, sütlü kakao için de 5 kuruş alınır. (…)
Masalarda kelli felli paşalar, beyler, mösyöler, madamlar, matmazeller, başlı çeker. Beyoğlu’nun kalburüstü yosmalarından Nemseli Anna, Deli Eleni, Kara Katina, Arnavutköylü Poliniya, Çakır Uskuhi, Benli Anjel de sık sık görünmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Beyler, mösyöler yeni bir güzel gördüler mi yerlerinden fırlar volta atmaya başlarlar. (…)
Tepebaşı bütün Servet-i Fünuncuların bahçesidir. Buraya devam edenler arasında Abdülhak Hamit, Recaizade Ekrem, Süleyman Nazif de vardır. Tepebaşı Bahçesi’nde eksik olmayanlardan biri de şair Abdülhalim Memduh’dur. Ali Kemal’i, Abdülhak Şinasi’yi, Yakup Kadri’yi ve Refik Halit’i de sayabiliriz.”[12]
Ali Fuat Cebesoy, “Sınıf Arkadaşım Atatürk” adlı anılarında Harp Okulu yıllarında bir gün Atatürk’le birlikte bu Tepebaşı Bahçesi’ne gittiklerini belirterek “Garip Bir Olayın Hikâyesi” başlığı altında orada başlarından geçen ilginç bir olayı anlatmıştır. [13]
Osmanlı bira üretiminin yüzde 90’ı Bomonti-Nektar’ın elindedir. Kısacası, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar, Düyun-u Umumiye İdaresinin mürâkabe ve rüsum sistemiyle idare edilen Osmanlı bira sanayii yabancıların kontrolündedir.
Millileştirme ve Devletçilik politikalarıyla bir taraftan ekonomideki yabancı payını azaltıp milli sermayeyi arttırmaya çalışan Atatürk Cumhuriyeti, diğer taraftan devlet tekelleriyle ülkeyi kalkındırmayı planlamaktadır. İşte Bomenti-Nektar, Cumhuriyet’in bu milli-devletçi sistemine aykırı bir kurum durumundadır. Atatürk, bira piyasasındaki Bomenti-Nektar yabancı tekelini, devlet eliyle kurduğu bira tekeliyle kırmak istemiştir.
ANKARA BIRA FABRIKASI’NIN KURULUŞU
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Aileler sağlığa faydalı diyerek ilkokul çocuklarına birayı sevdirmeye çalışmıştır. Bunlar bu ülkede yaşandı.Tarih kitaplarında Atatürk Orman Çiftliği'nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuklar görürsünüz. Bunlar bu ülkede yaşandı! Hatta zorladılar! Alkol toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın aracı olarak kullanılmıştır.” diyerek nerdeyse Cumhuriyeti “biracı nesiller yetiştirmekle” suçlama noktasına gelmiştir.
Ankara Bira Fabrikası
Biranın sevdirilmesi meselesinin iç yüzü şudur:Gökhan Akçura’nın “Bir Bira Afişi’nin Hatırlattıkları” başlıklı yazısından özetliyorum:
1934 yılında Bomenti Bira Fabrikası, bira satışlarını arttırmak için biranın yararlarından söz eden bazı resimli levhalar hazırlatıp bu levhaları lokanta ve birahanelerin duvarlarına asmıştır. Bomenti Bira Fabrikası’nın bu reklamları Hafta dergisinin Haziran ayının son sayısında bir baş yazıya konu olmuştur. Levhada: “Yarım litre bira ne gibi gıdaların kuvvetini verir?” diye sorulduktan sonra şöyle devam edilmektedir: “385 gram süt – 32 gram tereyağı – 82 gram sığır eti – 325 gram balık – 105 gram ekmek – 3 buçuk yumurta.” Bu bilgilerin Prof. Dr. Carl von Noorden ve Dr. Hugo Salomon efendilerin kitaplarından alındığı da belirtilmiştir.Hafta dergisi, bu levhaların altında bir kurum imzası olmadığından, “saf halkın”, Sağlık Bakanlığı tarafından bira içilmesinin tavsiye edildiğinisandığını söyleyerek bir tartışma başlatmıştır. Hafta dergisi ayrıca “ecnebi” Bomenti Şirketi’nin Türk ırkının sıhhati düşünmediğini, bütün amacının “Türk ırkının kanını kurutmaya bedel, kasasını doldurmak” olduğunu belirterek “Halkın hayatına kasteden bu levhaları yerinden indirecek bir devlet kuvveti yok mudur?” diye sormuştur.
Bomenti Şirketi’nin bu iddialara verdiği cevap şudur:
1. Biranın sıhhi ve mugaddi (besleyici) bir içki olduğu asırlardan beri bütün dünya fen erbabı tarafından kabul edilmiş bir hakikattir. Bira alkol ve afyonla yapılmaz. Birada alkol kendi tahammürile hasıl olur ve nisbeti de yüzde 2,5-3’tür.
2. Gördüğünüz levhalar tarafımızdan bastırılmıştır. Bunlar şirketimiz mamulatının değil, sureti umumiyede biranın reklamı olduğu için ismimiz yazılmamıştır. Bunda hiçbir suiniyetimiz yoktur. İsnat ettiğiniz fikir hiçbir vakit hatırımıza gelmemiştir. Bu reklamlar aynen Avrupa’nın muhtelif memleketlerinde tabedilmiştir. Biz de onlardan tercüme ve kopya ettik. Bunlarda dahi yapanların isimleri yoktur. Maahaza kendi ismimiz altında ve gördüğünüz mealde biranın mugaddı vesıhhi bir içki olduğunu senelerden beri gazetelerde ilan ettik ve ediyoruz.
3. Bir Türk şirketi olan müessesemizde isnadınız veçhile bir suiniyet olmadığını ve tam bir Türk vatandaşı olarak çalıştığımızı arz ile hürmetlerinize takdim ederim efendim.Türk Bira Fabrikaları (Bomonti-Nektar Türk Anonim Şirketi). [14]
Hafta dergisi, birkaç hafta daha bu bira afişleri tartışmasını sürdürmüştür.
İşte tam da o günlerde Atatürk Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği bünyesinde Cumhuriyet’in ilk bira fabrikasını kurmak için hazırlıkları başlatmıştır.Çünkü o yıl Bomenti’nin imtiyaz süresi dolacaktır. Atatürk sürenin uzatılmamasından yanadır. Bomenti ise sürenin uzatılması için Danıştay’a dava açmıştır. [15]
II. Abdülhamit döneminde yabancıların İstanbul’da kurduğu Bomenti Bira Fabrikası’na alternatif olarak Atatürk de 1934’te Ankara’da yerli bir bira fabrikası kurmuştur. (1934).
Atatürk’ün Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nde bir bira fabrikası kurdurmasının temel nedenleri, “Batılılaşma ve modernleşme” değil bira üretiminde “yabancı etkisini kırıp milli,yerli üretimi arttırmak”, “fabrikanın küspeleriyle çiftlik hayvanlarını besleyip süt ineklerinin gelişimi sağlamak” ve “Osmanlı döneminde saraylarda padişahların, devlet adamlarının, yabancıların ve zengilerin içtiği içkiyi isteyen halkın da içmesine olanak sağlamak”tır. Ayrıca yukarıda görüldüğü gibi o dönemde basına yansıdığı kadarıyla biranın “sağlığa yararlı ve besleyici değerinin” olduğu da düşünülmektedir.
Ankara Bira Fabrikası 1934 yılında 500.000 litre/yıl olarak faaliyete geçmiştir. İkinci fabrika (Malt fabrikası) 1937 yılında 7.500.000 litre/yıl olarak faaliyete geçmiştir.
Atatürk, Bomenti Bira Fabrikası’na karşı Ankara Bira Fabrikası’nı güçlendirmek istemiş, bu durum İsmet İnönü’yle arasının açılmasına yol açmıştır. Çünkü İnönü’nün erkek kardeşi Rıza Temelli Bomenti’ye ortaktır. İnönü’nün kız kardeşi, Sabiha Hanım’la evli olan enişte Abdürrezzak Bey ise Bomenti’nin hissedar yöneticilerinden biridir ve Bomenti’nin imtiyazının uzatılması için İnönü üzerinde baskı yapmaktadır. Diğer taraftan Tarım Bakanı Şakir Kesebir de çiftlikteki bira fabrikasını genişletmeye yanaşmamaktadır.[16]
Bomenti Bira Fabrikası’nın ve daha sonra açılan Ankara Bira Fabrikası’nın reklamlarına bakılınca bu reklamlarda biranın “sağlığa yararlı ve neşe verici” olduğundan söz edilmiştir. Ama bira içmenin “Batılılaşmanın ve modernleşmenin” bir gereği olduğundan ise söz edilmemiştir.
Ayrıca Atatürk Cumhuriyeti, 1930’larda çıkarılan bazı kanunlarla alkollü içki satış yerlerine belirli sınırlamalar getirmiştir. [17]Bu sınırlamalar doğrultusunda örneğin 1936 yılında “Halkevlerinin çalışma maksatları içine alınan eve ait parkta alkollü içki içilemeyeceği” belirtilmiştir.[18]
Bilindiği gibi Atatürk, ölçülü olmak koşuluyla, içki içmiştir. Ancak savaş meydanlarında, önemli kararlar sırasında ağzına içki koymamıştır. Örneğin I. Dünya Savaşı’nda cephede bulunduğu sırada 12 Kasım 1916 tarihinde hatıra defterine şunları yazmıştır: “Akşam rakı büfesi hazırlamışlar (…) Askere bu kadar yakın bulunan subaylar için bu durumu uygun görmedim .Yeni fırka kumandanı Ali Fuat Bey’le bu konuyu görüştük.”[19] Milli Mücadele yıllarında da ağzına içki koymadığı gibi içki içilmesini de uygun görmemiştir. Atatürk, sağlığın korunması ve iyi düşünebilmek için alkol kullanılmaması gerektiğini bizzat ifade etmiştir. 20 Kasım 1916 tarihinde hatıra defterine aynen şöyle yazmıştır: “Sıhhatin korunması için, bilhassa beynin parlaklığı için alkol alınmamalı”. [20] Atatürk, ayrıca özellikle sporcuların kesinlikle alkol almamaları gerektiğini belirtmiştir.[21]
Erdoğan, “Tek parti döneminin jakobenleri Batılılaşma ve modernleşme adına alkol kullanımını teşvik etmişlerdir” diyerek bira fabrikası kuran Atatürk’ü “Jakobenlikle” itham etmiştir. Ancak Atatürk’ün bira fabrikası kurması onun jakobenliğinin değil tam tersine halkçılığının göstergesidir. Bu konuda jakoben olan, kendileri saraylarında gizli gizli içki içerken halkın içmesini yasaklayan Osmanlı padişahlardır. Padişah IV. Murat içkiyi ve afyonu yasaklamıştır, ama kendisi de hem içki hem afyon içmiştir. Afyon içen IV. Murat sırf “afyon içiyor” diye hekimini katlettirmiştir. İlk bira fabrikasının açılmasına izin veren II. Abdülhamit, veliahtken bazı içkileri içmiştir. II. Beyazit de gençken içen padişahlardan biridir. İlber Ortaylı’nın ifadesiyle “Fatih’in de biraz içtiği anlaşılıyor”.[22] Son padişah Vahdettin de içmiştir. Nitekim Tütüncübaşı Şükrü Bey, Padişah Vahdettin’in kendisine daima “konyak aldırdığını” belirtmiştir. Vahdettin, Almanya ziyareti sırasında verilen ziyafette imparatorun şerefine şampanya kadehi kaldırmıştır.[23]
Osmanlı padişahlarının kendileri gizli gizli içerken halka yasakladıkları içkiyi, evet, Atatürk de içmiştir. Ama o “Milletimin şerefine içiyorum” diyerek açıkça içmiştir. Ayrıca halkına bu konuda hiçbir yasak koymadığı gibi halkının kendi yerli, milli içkisini/ birasını içebilmesi için de çaba harcamıştır.
Atatürk, 9/10 Ağustos 1928’de Sarayburnu’nda yeni harfler hakkında halka yaptığı konuşmada bir ara kadehini halka doğru kaldırıp şunları söylemiştir: “Eskiden bunun bin mislini mezbelelerinde gizli gizli içerek türlü fesatlıklar yapan sahtekarlar vardı. Ben o sahtekarlardan değilim. Milletimin yükselişi şerefine içiyorum” demiştir. Halk da canı gönülden “Afiyet olsun!” diye bağırmıştır.[24]
Yeniden jakobenlik meselesine gelecek olursak! Atatürk, kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak görüp reaya (davar sürüsü) diye adlandırdıkları halkı güden sultan/ halife şirk, baskı ve zulüm düzenini, saray soyluluğunu ve dönme/ devşirme sistemini yıkmıştır. Atatürk yıktığı bu saltanat-soylu sistemin yerine halkçı bir sistem kurmuşur. Atatürk, yüzlerce yıldır merkezden/ saraydan/ yönetimden dışlanan, itilip kalkılan, adeta köylü ve çiftçi olmaya mecbur bırakılan, buna rağmen barış zamanları vergi yükü altında ezilen, savaş zamanları cepheden cepheye koşturulan Türk halkını çevreden merkeze/yönetime taşımış, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” deyip Cumhuriyeti ilan ederek devletin asıl sahibi yapmış; yetmemiş “Köylü milletin efendisidir” diyerek de kalkınmayı en dipten, köyden başlatmıştır. Cumhuriyet devrimlerinin tamamı, işte yüzyıllardır köylü, ırgat, asker olmaya zorlanmış bir halkın, her bakımdan yükseltilmesi, uygarlaştırılması, refaha kavuşturulması için yapılmıştır. Demem o ki, Erdoğan’ın“bira meselesi ve jakobenlik sorunsalına” da buradan bakmak gerekir! Osmanlı’da saraylıların, dönme-devşirmelerin, yabancıların, zenginlerin içebildiği içkiyi/ birayı, Cumhuriyet’le isteyen herkesin içebilecek olması ve devletin bu konuda halka kolaylık sağlaması jakobenist değil halkçı bir tavırdır. Erdoğan’ın “Bunlar bu ülkede yaşandı! Hatta zorladılar! Alkol toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın aracı olarak kullanılmıştır.” iddiası da tamamen gerçek dışıdır. Atatürk Cumhuriyeti hiç kimseye zorla içki/bira içirmemiştir. Erdoğan’ın yine Atatürk Cumhuriyeti’ni kastederek “Çağdaşlaşmayı, alkol kullanmakla, zararlı alışkanlıkları teşvik etmekle, tek tip bir hayat tarzına sahip olmakla özdeş hale getirenler var” ifadesi de gerçeği yansıtmamaktadır. Erdoğan ve onun gibi düşünenlerin dilinde Atatürk Cumhuriyeti’yle ilgili “ezberlerden” biri durumundaki bu “tek tipçilik” Atatürk Cumhuriyeti için söz konusu bile değildir. Kendi ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller isteyen”, yine kendi ifadesiyle “benim manevi mirasım akıl ve bilimdir” diyen Atatürk, devriminin odağına özgür aklı ve çağdaş bilimi yerleştirmiştir. Allah aşkına, özgür aklın ve çağdaş bilimin egemen olduğu bir ülkede nasıl “tek tipçi” bir toplum ortaya çıkar? Buradan bira meselesi ve tek tipçiliğe gelirsek bu konuda Atatürk Cumhuriyeti’nin değil Osmanlı’nın tek tipçi olduğunu görürüz. Çünkü Atatürk Cumhuriyeti’nde içki içmek zorunlu değildir, isteyen içer, isteyen içmez, tam bir özgürlük vardır. Ancak Osmanlı’da içki içmek hoş karşılanan durum olmamanın ötesinde zaman zaman yasaklanmıştır da. Yani Osmanlı, en azından Müslümanlar için, içki içmeyen tek tipçi bir toplum amaçlarken, Cumhuriyet bira içen tek tipçi bir toplum amaçlamamıştır. “Asıl soru şudur? Atatürk Cumhuriyeti’ni tek tipçilikle suçlayan Erdoğan’ın ideal nesli “dindar nesil” çok tipçi bir nesil mi olacaktır?
Atatürk, bütün çiftlikleriyle birlikte AOÇ ve içerisinde bulunan bira ve malt fabrikasını da 1937 yılı içerisinde Hazine’ye bağışlamıştır. Atatürk’ün hazineye bağışladığı sırada Orman Çiftliği’ndeki bira fabrikası 7000 hektolitre çeşitli bira yapacak kapasitededir. 6.7.1939 yılında 3697 sayılı Kanun ile; bira fabrikası bina ve arsası, fabrika dâhilinde biraya ve binadan başka imalata mahsus bütün tesisat, bira fabrikasına ait memur, müstahdem, ve işçilerine ait fabrika dâhilinde ve haricindeki demirbaş eşya, alet ve mallar TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.[25]
YEŞİLAY CEMİYETİ BİR CUMHURİYET KURUMUDUR
Erdoğan, Atatürk Cumhuriyeti’ni “biracı nesiller yetiştirmekle” suçlamak için insanların gözünün içine bakarak Yeşilay Cemiyeti’nin tarihini çarpıtmıştır. Erdoğan şöyle demiştir: “İstanbul'un işgali sırasında gençlerin işgal güçleri tarafından alkol kullanmaya teşvik edildiğini gören bir avuç kahraman bağımlılıkla savaşmak için Yeşilay çatısı altında toplanmıştır. Tek parti döneminin jakobenleri Batılılaşma ve modernleşme adına alkol kullanımını teşvik etmişlerdir.”
Yani Erdoğan’a göre “bir avuç kahraman”ın kurduğu Yeşilay adeta “tek parti döneminin jakobenlerine” rağmen var olmuş bir cemiyettir! Erdoğan’ın Yeşilay Cemiyeti’ni övmek için Atatürk Cumhuriyeti’ni yermesi cidden büyük talihsizliktir. Çünkü Yeşilay Cemiyeti’nin kamu yararına bir cemiyet olmasını sağlayanlar, Erdoğan’ın ifadesiyle, o “tek parti döneminin jakobenleri”, Cumhurbaşkanı Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü’dür.Yeşilay Cemiyeti, 13 Ekim 1934 gün ve 2827 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle “Kamuya Yararlı Cemiyetler” arasına alınmıştır.[26] Cumhuriyeti kuran bu “jakobenler”, nasıl olur da hem “alkolik bir nesil” yetiştirmek ister, hem de buna karşı mücadele eden Yeşilay Cemiyeti’ni kamu yararına cemiyet olarak kabul eder?
13 Ekim 1934 tarihli 282y sayılı Resmi Gazete
CUMHURİYET’İN BİRACI ÇOCUKLARI VE ŞARK MALT HÜLASASIErdoğan'ın sözlerini bir kere daha okuyalım: “Aileler sağlığa faydalı diyerek ilkokul çocuklarına birayı sevdirmeye çalışmıştır. Bunlar bu ülkede yaşandı.Tarih kitaplarında Atatürk Orman Çiftliği'nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuklar görürsünüz. Bunlar bu ülkede yaşandı! Hatta zorladılar! Alkol toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın aracı olarak kullanılmıştır.”
Eğer yakın tarihi hiç bilmesek, Atatürk’ü ve onun kurduğu Cumhuriyeti hiç tanımasak ve sadece Erdoğan’ın sözünü ettiği resimlere bakarak sonuç çıkarmaya çalışsak “Evet, Erdoğan haklı!” diyebiliriz!
Ankara Orman Çiftliği’nde çekilmiş bu fotoğraflar gösterilip Atatürk’ün çocuklara bira içirdiği propagandasını yapılmaktadır.
Evet, bu fotoğraflar montaj değil! Hepsi gerçek! Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’ndeki bira ve malt fabrikaları açıldıktan sonra çiftlikteki bira bahçesine aileler zaman zaman çocuklarıyla gelmiştir. Bilgiye sahip olmadan fikir sahibi olanlar, her şeyin göründüğü gibi olduğunu sananlar ve geçmişe geçmişin penceresinden değil de bugünün penceresinden bakanlar için “Bira şişelerinin olduğu o masalarda çocukların ne işi var?” diyerek bağırıp çağırmak, hatta Atatürk’ü çocuklara bira içirmekle suçlamak son derece normaldir! Nitekim bugün yapılan budur! Ancak bu “bira eleştirmenlerinin” bilmedikleri veya bilip de bilmezden geldikleri çok ilginç bir gerçek vardır! Şöyle ki: Bugün bira ve çocuk ilişkisi insanlara ters gelmektedir. Ancak 1920’lerde, 1930’larda bira ve çocuk ilişkisi bugünkünün aksine daha doğal karşılanmaktadır. Çünkü birincisi, o zaman biranın sağlıklı, besleyici olduğu düşünülmektedir. İkincisi ise o zaman bira ve malt fabrikalarında çocuklara yönelik de özel bir bira/ hülasa/ ilaç üretilmekte ve çocuklar da bir anlamda bu çocuk biralarını içmektedir.İlginçtir! Sadece bira fabrikalarında bebeklere, çocuklara yönelik üretim yapılmıştır. ‘‘Şark Malt Hülasası'' adı altında üretilen bu besleyici içecek Osmanlı'da ve Cumhuriyet döneminde eczanelerin başköşelerinde yer almıştır. Malt, sadece Türkiye’de değil dünyada da bebekler ve çocuklar için kullanılmış bir içecektir.
Bu fotoğraf Cumhuriyet döneminden önceye ait… Bira masasında çocuklar görülmekte! (Foto: Gökhan Akçura)
Çocuk Birası/İçkisi Şark Malt Hülasası Reklamları
Çocuk Birası/İçkisi Şark Malt Hülasası bira şişelerinde satılmıştır.
Malt hülasaları, Gliserofosfatlı ve Gliserofosfatsız olmak üzere iki tip üretilmiştir. Yıllar boyu “zayıflık” ve “halsizlik” çeken bebek ve çocukların dertlerine derman olmuştur. Ayrıca iştah açıcı, kuvvetlendirici, kansızlığa çare olarak satılan Şark Malt Hülasası’nı bebekli annelerin de “süt artırıcı” olarak kullanabilecekleri belirtilmiştir. İstanbul ve Ankara Tekel bira fabrikalarında 1989'a kadar üretilen bu içkinin üretimi bu tarihten itibaren durdurulmuştur.[27] Mert Sandalcı’nın dediği gibi O günlerde eczanelerin baş köşelerinde satılan bu çocuk birasının etiketi reçeteden farksızdır: "Nekahette bulunanlar için pek kıymetli ve Anemi, Kloroz, Albüminuri, Fosfatüri, Dispepşi, Siyatik, ve Umumi Zaafiyette büyük faideleri olan bir devadır. Çocukların dişlerinin kolayca çıkmasına, kemiklerinin kuvvetlenmesine, çocuk emziren annelerin sütünün çoğalmasına yardım eder. Çocuklara: Yemeklerden evvel bir veya iki çorba kaşığı Büyüklere: Yemeklerden evvel bir kahve fincanı…"Evet,bu günden bakınca tuhaf, garip görünen bu durum Melih Aşık’ın ifadesiyle tam “Bebelere Bira” durumudur.[28] Bira ve malt fabrikalarına üretilen Şark Malt Hülasası, Yukarıdaki fotoğraflarda da görüldüğü gibi, bira şişelerine benzer şişelerde satışa sunulmuştur.
Atatürk Orman Çiftliği’nde çekilmiş bazı fotoğraflarda bazı çocukların elindeki bira şişelerini görüp Atatürk, “Toplumu kimliksiz hale getirmek, değerlerinden koparmak” için çocuklara bira bile içirdi! Demek son derece yanlıştır. Biranın “sağlığa yararlı” olduğunun düşünüldüğü ve çocuklar için Şark Malt Hülasası adlı çocuk içeceğinin/ilacının üretildiği bir ortamda çocukların poz vermek için ellerine alıp içer gibi yaptıkları bira bardaklarından çok iddialı bir tarih tezi çıkarıp “Cumhuriyeti kuran jakobenler toplumu, kimliksiz, kişiliksiz bırakmak için çocuklara bira içirdi!” diye bas bas bağırmak hangi vicdana sığar? Bu yönde hiçbir ciddi belge bulgu yokken böyle iddialar ortaya atmanın amacı nedir? Aslında amacın ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
ATATÜRK CUMHURİYETİ’NİN ÇOCUK SAĞLIĞI MÜCADELESİ
Erdoğan,“Alkol toplumu zorla dönüştürmenin, kimliksiz hale getirmenin, değerlerinden koparmanın aracı olarak kullanılmıştır.” diyerek bence Atatürk’ün “kimliksiz”, “kişiliksiz”, “değerlerinden kopuk” bir nesil yaratmak istediğini bunun için de çocuklara içki içirdiğini iddia etmiştir.
Oysaki Atatürk kurduğu Cumhuriyeti sağlıklı, ahlaklı, faziletli genç nesillere emanet etmiştir. Bu nedenle kafanın sağlamlığı kadar vücudun sağlamlığına da büyük önem vermiştir. Bu nedenle örneğin bir Cumhuriyet projesi olan “Gürbüz Türk Çocuğu” projesini başlatmıştır. Atatürk çocuklara öyle büyük önem vermiştir ki, benzerine rastlanmadık bir şekilde çocuklara bir bayram armağan etmiştir. 1923 yılında hazırlanan “Cenevre Çocuk Hakları Beyannamesini” 1928 yılında imzalayarak çocukların beslenmesi, tedavi edilmesi ve her bakımdan korunarak büyütülmesini taahhüt etmiştir. Çocukları korumak için kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu)’nin hamisi/koruyucusu olmuştur. Bu cemiyetin çocuklar için yaptığı çalışmalardan öylesine memnun kalmıştır ki soyadı kanunu çıkar çıkmaz cemiyetin başkanı Fuat Umay Bey’e “Çocukların koruyucu” anlamına gelen “Umay” soyadını vermiştir. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun balolarına katılmış, cemiyete para yardımı yapmıştır. Bu cemiyeti de “kamu yararına cemiyetlerden biri” olarak kabul etmiştir. 23 Nisan Çocuk Haftası kutlamalarına Türk Ocağı, Halkevi ve Gazi Orman Çiftliği’ni tahsis etmiştir. [29]
Atatürk Cumhuriyeti her şeyden önce anne çocuk sağlığına büyük önem vermiştir. Osmanlı’da çocuk ölüm oranlarının çok fazla olması nedeniyle ilk olarak çocuk ölümlerini azaltmanın yolları aranmıştır. Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars’ta 8 Doğum ve Çocuk Bakımevi açılmıştır. Doğum ve Çocuk Bakımevlerinde 7 yıl içinde 7.025 kadın yatırılarak, 41. 483 kadın ayakta tedavi edilmiştir. Ayrıca 1000’e yakın çocuk yatırılarak 88.202 çocukta poliklinikte tedavi edilmiştir. Tıbbiye’de okuyan yoksul öğrenciler için İstanbul’da parasız yatılı 300 yataklı bir Tıp Talabe Yurdu açılmıştır. Sağlık Bakanlığı 1937 yaz aylarında Dr. Eckstein, karısı ve yeni asistanı Dr. Selahaddin Tekand’dan oluşan bir ekibe Orta ve Güney Anadolu’nun 13 ilçesi ve köylerinde çocuk hastalıkları ve ölüm oranları ile kadınların doğurganlık oranları inceletilmiştir. Sonuçta toplam nüfusu 52.662 olan 60 köydeki tüm kadın ve çocuk hastalıkları belirlenip tedavilerine başlanmıştır. Hem genel sağlık, hem anne çocuk sağlığı konusunda kitaplar, dergiler, filimler, konferanslar ile halk bilinçlendirilmiştir. Hilal-i Ahmer Cemiyeti çocuklar için Yetimler Yurdu açmıştır. Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin 5. Maddesi şöyledir: “Çocukları zaman zaman muayene ederek ailesine beslenme usulü hakkında bilgi vermek üzere dispanserler kurmak, sağlıklı süt ve ilaç verilmesi, ara sıra evlerin dolaşılarak çocukların yaşayabileceği sıhhi şartlara sahip olup olmadığının incelenmesi ve konuyla ilgili risaleler dağıtılması”. Cemiyetin nizamnamesinin 7. Maddesine göre de veremli çocuklar için hastaneler ve senatoryumlar açılacağı belirtilmiştir. Cemiyet çocuklarda görülen her türlü salgın hastalıkla başarıyla mücadele etmiştir. Köylerde sağlık taraması yapılıp aile anketleri hazırlanmıştır. Ülkenin değişik yerlerinde Yurtlar ve Misafirhaneler, Dispanserler, Çocuk Bakım Kursları, Ana Bakım Evleri, Ana Kucakları, Gündüz Bakım Evleri (Kreşler), Aşevleri, Süt Damlaları, Çocuk Bahçeleri, Çocuk Sinemaları, Kütüphaneler, Okuma Odaları yapılmıştır. Bu kurumlar içinde özellikle ANA KUCAKLARI ve SÜT DAMLALARI son derece önemli birer Cumhuriyet kurumudur. Ana Kucakları, anasız, babasız çocukların alınıp bakılıp büyütüldüğü yerlerdir. Hiç çekinmeden, hiç vicdan sızısı duymadan Atatürk’ü “biracı nesiller” yetiştirmekle suçlayanlara, özellikle Atatürk Cumhuriyeti’nin SÜT DAMLALARI’nı anlatmak gerekir uzun uzun… Bir fikir vermesi bakımından Süt Damlalarında sadece 1927 yılı içinde 1.605 çocuğa 16.568 kilo süt verilmiştir. 1.046 çocuk muayene ve tedavi edilmiştir. 82 anne ve çocuk da göz hastalıkları nedeniyle ücretsiz muayene edilmiştir. 1923-1933 arasındaki 10 yıl içinde toplam 115.000’e yakın çocuğa 120.000 kilo kadar süt verilmiştir. 1927-1929 arasında çocuklara 53.000 şişe bedava süt dağıtılmıştır. Çocuklar ve anneler için sıhhi banyolar kurulmuştur. Okul çocuklarına süt ve yoğurt dağıtılmıştır. Himaye-i Etfal Cemiyeti, CHP’li belediyelerin desteğiyle ülkenin değişik yerlerinde Çocuk Nasihat Yuvaları açmıştır. İçinde beşik, yastık, muşamba, fanila, örme örtü, 4 patiska gömlek, 4 fanila, 2 yelek, 4 don, 4 pazen bez, 6 bez, 6 Amerikan bezi, patik, 4 göğüslük, anne gömleği, 6 çengel iğne, sabun, iplik, pudra, pamuk vb bulunan “Dolaşan Sepet” uygulaması başlatılmıştır. Atatürk’ün ükenin dört bir yanında kurdurduğu sosyal fabrikalarda mutlaka bir kreş ve bir ilk okul açılmıştır. Anneler çalışırken çocuklarını fabrika kreşlerine bırakabilmiştir. Atatürk Cumhuriyeti’in bu anne çocuk politikası sonunda her şeyden önce bebek ölüm oranları azalmış ve o zor koşullarda sağlıklı bir nesil yetiştirilmiştir.[30]Atatürk Cumhuriyeti’nin en çok önem verdiği konulardan biri de çocukların eğitimidir. Bu amaçla özellikle ilkokulların sayısı artırılmıştır. Ayrıca ortaokullar, liseler, üniversiteler, enstitüler açılması planlanmıştır.
Atatürk’ün de kontrolünden ve onayından geçen 1935 CHP Programı’nda “Gençlik Örgütü ve Spor” başlığı altında şu satırlara yer verilmiştir: “TÜRK GENÇLİĞİ, ONU TEMİZ BİR AHLAK, YÜKSEK BİR YURT ve DEVRİM AŞKI İÇİNDE TOPLAYACAK ULUSAL BİR ÖRGÜTE BAĞLANACAKTIR. Bütün Türk gençliğine şevk ve SIHHATLARINI, NEFSE VE ULUSA İNANLARINI BESLEYECEK beden eğitimi verilecek ve gençlik devrimi ve bütün erginlik şartları ile YURDU KORUMAYI EN ÜSTÜN ÖDEV TANIYAN ve onları bu ödev uğrunda bütün varlıklarını vermeye hazır tutan bir düşünüşle yetiştirilecektir.”
Programın altıncı kısmında “Çocuk Bakımı” başlığı altında “Partinin çocuk hayatı ve analarının sıhhati ile derin ilgisi vardır” denilerek bunun yapılacak çalışmalar şöyle sıralanmıştır: “Doğum Evlerini arttırmak, hasta yurtlarında ayrıca doğum hizmetleri ayırtmak, parasız doğrum yardımları sağlamak ve çocuk bakımını öğretmek için her öğretme aracından faydalanmakla beraber ilmi ebe ve bakı kadınları çoğaltmak”. Daha sonra “SÜT DAMLALARI” başlığı altında yapılacaklara yer vermiştir: “Şehir ve kentlerde Süt Damlalarını, süt çocukları için Bakım ve Danışma Evlerini, Kreşleri, Öksüz Yurtlarını çoğaltmak. İşçi olan yerlerde işçi analarını ve çocuklarını korumak. Hayatını çalışarak geçiren işçi anaları için iş bölgelerinde Kreşler açmaya devam edeceğiz.”[31]
1935 CHP Programı’ndan bir bölüm
Şimdi soruyorum! Türkiye Cumhuriyeti’nin Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birkaç fotoğraftan ve reklamdan, afişten yola çıkarak Atatürk’ün çocuklara bira içirdiğini iddia ediyorsunuz da, mesela neden onlarca belgeden yola çıkarak Atatürk Cumhuriyeti’nin çocuklar için ANA KUCAKLARI ve SÜT DAMLALARI gibi kurumlar kurup çocuklara şişe şişe süt dağıttığını söylemiyorsunuz? Neden gerçeği çarpıtıyorsunuz?Sinan Meydan
Odatv.com
Kaynaklar:
[1] Sinan Demirbilek, “Tek Parti Döneminde İnhisarlar,” ÇTTAD, XII/24, (2012/Bahar), s. 223, 225.
[2]agm, s.212.
[3] İbrahim Agâh Çubukçu, “Atatürk ve Laiklik”,Atatürkçülük, İkinci Kitap, İstanbul, 1988, s. 342.
[4] İlber Ortaylı, “Padişahın Bir Günü”, Kafa, Şubat 2016, s.10.
[5] TBMM, Zabıt Ceridesi, d.1,c.2,15 Eylül1920,s.334.
[6] Demirbilek, agm, s. 212.
[7]agm, s.213.
[8]Güneri Akalın, Atatürk Dönemi Maliye Politikaları, Ankara,2008, s. 74, Demirbilek, agm, s. 222.
[9] Ayşegül Oğuz, “Sergi Bu Kapağın Altında-Mert Sandalcı’yla Röportaj”, Radikal Hayat, 21.3.2009.
[10] “Bira, ”Hürriyet, 9 Temmuz 1997.
[11] Ahmet Mithat, Vah, İstanbul, 1882, s.’67’den aktaran Gökhan Akçura, “Biraya Dair Ne Varsa Sergisi”, http://gokhanakcura.blogspot.com.tr/2009_03_22_archive.html, 24 Mart 2009.
[12] Sinan Meydan, Sarı Paşam, Mustafa Kemal, İttihatçılar ve II. Abdülhamit, 5.bas, İstanbul, 2014, s. 164,165.
[13] Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, s.73-80
[14] Gökhan Akçura, “Bir Bira Afişinin Hatırlattıkları”,http://gokhanakcura.blogspot.com.tr/2009_03_22_archive.html 27 Mart 2009.
[15] Orhan Çekiç, 1938, Son Yıl, İstanbul, 2013, s. 164.
[16]age, s.164.
[17] Şarap ve bira için olan sınırlamalar 1938’de kaldırılmıştır. BCA, Tarih 21.4.1938, Fon Kodu: 30.18.1.2,Yer No: 83.34.17.
[18]BCA, Tarih: 24.9.1936, Fon Kodu: 490.1.0. Yer No: 3.13.25.
[19] Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, 4. Bas., Ankara, 1999, s.68.
[20]age, s. 74
[21] Mustafa Kemal Ulusu, Atatürk’ün Yanı Başında,Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun Hatıraları, İstanbul, 2008, s. 205.
[22] Ortaylı, agm, s. 10.
[23] Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, s. 31.
[24]Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.22, s. 157.
[25] Yalçın Bayer, “Atatürk Bira Fabrikasını Ne İçin Kurmuştu”, Hürriyet, 22 Şubat 2013.
[26]Resmi Gazete, 13 Ekim 1934, S. 2827, s.1.
[27] “Bira,”Hürriyet, 9 Temmuz 1997.
[28] Melih Âşık, “Yerinde Olsaydım” Milliyet, 29 Haziran 1996.
[29] Sinan Meydan, Yalanlara, İftiralara, Çarpıtmalara Panzehir, İstanbul, 2015, s. 525 vd.
[30] Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, Atatürk’ün Akıllı Projeleri (5 cilt bir arada), İstanbul, 2014, s. 1283 vd.
[31]CHP Programı, Ankara, 1935.
0 yorum